28 Temmuz 2016 Perşembe

KİM BU YAZAR “STEPNE?”

Ömür defterinin sayfalarını çeviriyorum. Salihli’de ortaokul öğrencisiyim. İstasyondan Kuruçeşme’ye inen caddenin başında, İnci Sineması’nın önüne düşüyor çocukluğumun fotografisi...
Bir elimde okulun kütüphanesine kayıtlı “Define Adası”, ötekinde sinemanın önündeki gazete bayiinden aldığım “Dolmuş” ve “Tef” dergileri...
Kitaptan çok, dergi okuma günleriydi o günler...
“Pekos Bil”, “1001 Roman”, “Mandrake”ler yanında haftalık formalar halinde yayımlanan “Estergon Kalesi” misali tarihi romanlar o yılların hayal dünyamızın süsleriydi.
Şimdi kim bilir hangi anının mahzenindedir “Dolmuş”ta Marcel Ayme’nin “Duvargeçen” ve “İğreti Suratı”nı resimleyen çizerin kimliği?
Ve kimdi her sayısında “Hababam Sınıfı” adı altında kaleme aldığı okul anılarıyla ilk gençliğimize gençliğini aşılayan “Stepne” nam yazar?
Çok sonraları, şiir yazmaya başladığım yıllarda öğrenecektim “Stepne”nin ardındaki kimliğin Rıfat Ilgaz adını taşıdığını...
O Rıfat Ilgaz ki, ellili yıllarda “Üsküdar’da Sabah Oldu” kitabından sonra şiire küstürülecek, 40 Kuşağı’nın “Fedailer Mangası”ndan biri olarak adı sakıncalıya çıktığı için kitapları yayımlanmayacak, kimliği “unutulmuşluk” dehlizine bırakılmak istenecektir.
Ama Rıfat Hoca, ölümünden iki yıl kadar önce konuştuğumuzda da “Şiirle başladığım için şiire sevgim hiçbir zaman eksilmedi” diyecektir.
 “Çünkü mizah bir tür değildir. Yani mizah, yazınsal bir tür değil. Bir çeşnidir. Bakış açısıdır. Mizah şiirde de olabilir, romanda da, tiyatroda da... Ama doğrudan doğruya mizah diye bir yazı türü yoktur” diye özetleyecektir mizah anlayışını da...
Mizahı yazınsal bir tür olarak görmeyen Rıfat Hoca, ünü kendisini de aşan bir kitabın, “Hababam Sınıfı”nın yazarı olarak yer alacaktır edebiyat tarihimizde...
“Hababam Sınıfı”nın hikayesi, Rıfat Ilgaz’ın yazarlık hayatının da bir hazin hikayesidir.
Adını kullanamadığı için, 1956’dan itibaren haftalık hikayelerini “Dolmuş” dergisinde sakıncalı olduğu için “Stepne” imzasıyla yayımlayacaktır. adı ancak 1959’da yapıtının kapağını süsleyecektir.
O günlerden kalan bir anı, “Hababam Sınıfı” öyküleri kadar anlamlıdır.
Hababam Sınıfı yazılarının bir bölümü daha sonra İlhan Selçuk’un önerisi ile kitap olarak 1959’da çıkacak, kapağını da Turhan Selçuk çizecektir.
Fakat Rıfat Ilgaz şair olarak anılmak istendiğinden kitabın yazarı kapakta “Stepne” olarak yer alacaktır.
Asıl neden ise Rıfat Ilgaz’ın polis tarafından aranması ve sabıkalı oluşudur.
Kitap hemen beş bin satar. Ilgaz’ın kazancı ise 250 liradır.
O yıllarda Babıali’de Kral Faruk adında, çok tanınan ve sevilen bir gazete dağıtıcısı vardır.
Kral Faruk, “Stepne”yi bir Rus yazar sanacak ve şöyle diyecektir Rıfat Ilgaz’a:
“Rusçan fena değil; doğrusu ilk kitabı çok güzel çevirmişsin!”
“Ben mi çevirmişim, hangi yazardan?” diyen Rıfat Ilgaz’a dağıtıcının yanıtı şu olacaktır:
“Hangi yazardan olacak, Stepne’den... Baktın birincisi iyi gitti, ardından ikinciyi de yetiştirdin...”
*
Rıfat Ilgaz, 1952’de yeniden çıkmaya başlayan Tan gazetesinde imzasız fıkralar yazmaya başlar. Bu yazıları 1960 yılına sürecektir.
O yıllarda Yaşar Nabi’nin çıkardığı “Varlık” dergisi de Tan’ın matbaasında basılmaktadır.
Bir gün dizgi ustası Şefik Usta gelir, “Bak Rıfat bey, Yaşar Nabi Nayır ne yapmış” der.
Bir Türkolog İsviçre’de çıkan bir dergiye Türk şiiri üzerine bir yazı yazmıştır. Sevdiği şairler arasında Rıfat Ilgaz’ın da adı vardır.
Fakat Yaşar Nabi, Rıfat Ilgaz’ın adını kurşun kalemle bastıra bastıra karalamıştır.
*
Rıfat Ilgaz da 1953 yılında yayımlanan “Devam”da yer alan sekiz bölümlük “Mangal” şiirinde Nuri İyem’le bir macerasını anlatır.
Recep Usta’nın Rumeli yapısı bir mangal vardır. Nuri İyem’in anası yakar mangalı... Mangal “kış gecelerinde tandır, yaz günlerinde ocak”tır.
Bir gün ana hasta olur, ama ilaç parası nerede? Nuri İyem de bir “mangal” resmi yapmıştır. Reçeteler kalınca ellerinde resmi pazara götürürler. Satamazlar, çünkü “mangal”ın resmi değil de kendisi para etmektedir...
Ve bakır fiyatına gider mangal...
Sonrasını Rıfat Ilgaz “Mangal” şiirinin 7. bölümünde şöyle özetleyecektir:

Reçeteler kalınca elimizde
Çektik duvardaki yağlı boyayı
Bir akşam üstü pazara

Baktılar bezine, çerçevesine,
“Para etmez!” dediler.
Beğendiler altın gibi rengini
Resmini değil, kendisini istediler;
“Olmaz!” diyemedik.
Çektik Çerkez kızı mangalı
Esir pazarına.

Bir göz bile atmadan biçimine
Sülün gibi endamına,
Vurdular kantara ince belinden
Halka halka küpelerinden;
Gitti bakırı fiyatına.

Kurtardık Ressam Nuri’yi derken
Kıydık Recep Usta’nın zanaatına.


28 TEMMUZ 2016, BirGün 

Hiç yorum yok: