31 Temmuz 2014 Perşembe

HIZLI TREN

Hızlı tren rayları
çeliktenmiş çelikten
elektrik kesildi
oldu mu kara tren?

Kolu çekmiş gezici
öyle diyor fitneci
gitmeyecek itmesen
ama hızda birinci

27 Temmuz 2014


TEKELONYA CUMHURİYETİ

CHP Milletvekili Bülent Ecevit, 11 Mayıs 1958’de TBMM’de Adalet Bakanı’nın yanıtlaması için bir soru önergesi verir: Bedii Faik’in yazdığı “Tekelonya Cumhuriyeti” başlıklı roman daha yayımlanmadan neden sansüre uğramış ve yayını engellenmiştir.
Ecevit, daha sonraki oturumlarda söz alarak şöyle diyecektir:
“Dünya gazetesinde tefrika edilmek istenen, “Tekelonya Cumhuriyeti” başlıklı tefrikaya daha neşredilmeden sansür konmuştur. Gerçi Sayın Adliye Vekili bunun savcı tarafından usulsüz olarak yapıldığını beyan ettiler. Ama biz savcının bu müdahaleyi üst makamlardan emir alarak yaptığını biliyoruz. Emri verenle, emrin yerine getirilmesini kanunsuz bir tasarruf sayanın aynı kimse olamayacağını kabul edersek, Adalet Bakanından habersiz olarak, başka bazı yüksek makam sahiplerinin savcılara böyle kanunsuz emirler verebilmekte ve bu emirlerini dinletebilmekte olduklarına hükmetmek zorunda kalırız.”
Peki, nedir bu “Tekelonya Cumhuriyeti”, neyi anlatmaktadır?
Bizzat yazarı Bedii Faik’ten dinleyelim:
Demokrat Parti, 1957 seçimlerini kazanmıştır. Fakat bu, ucu 27 Mayıs ihtilaline uzanan bir sürecin de başlangıcıdır aynı zamanda... İktidar da, muhalefet de sertleşecek, basın için Tahkikat Komisyonları kurulacaktır.
İşte bu sırada Dünya gazetesi sahibi Bedii Faik, “Tekelonya Cumhuriyeti” başlığı altında “hayali” bir roman yazmayı düşünür.
 “Tekelonya Cumhuriyeti”, kitaplaşmadan önce Dünya gazetesinde yayımlanacaktır. Bunun için “Tekelonya” adında gerçekten bir devlet varmış gibi bir reklam kampanyası başlatılır gazetede...
Örneğin ilk sayfada “Tekelonya’nın Birleşmiş Milletler’e alınması karar aşamasında...” şeklinde haberler yer alırken spor sayfasında Tekelonya futbol takımının Brezilya ile berabere kaldığı duyurulur.
Sanat sayfası sorumlusu Adnan Benk de Tekelonyalı şair Caramba’nın Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday olduğuna ilişkin haberler hazırlar.
Sonunda da romanın gazetede yayımlanmasına karar verilir.
Gerçekte ne Tekelonya diye bir devlet vardır, ne de Caramba adında bir şair ve Brezilya ile maç yapan bir futbol takımı...
Hepsi Bedii Faik’in uydurmasıdır...
Yapılan PR çalışması o kadar inandırıcıdır ki, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Devletler Hukuku dersine de konu olacak ve bir gün öğrenciler, hocaları Prof.Dr.Mahmut Belik’e soracaklardır: “Hocam Dünya gazetesinde Tekelonya’nın Birleşmiş Milletler’e kabulünün uzadığı şeklinde haberler var, ne dersiniz?”
 “Tekelonya Cumhuriyeti” Dünya gazetesinde tefrika edilmeye başlar ve bir süre sonra iki sivil polis Bedii Faik’in karşısına dikilir.
Polisler, “Beyefendi” derler Bedii Faik’e, “arkadaşlarınızdan yeterli bir bilgi alabilseydik sizi hiç rahatsız etmeyecektik, ama maalesef bu mümkün olmadığı için buradayız.”
Bedii Faik şaşırmıştır. Bir yandan da sorunun ne olduğunu merak etmektedir.
Polislerden biri soruna açıklık getirir:
“Meselemiz şu efendim. Biz 4. Şube’den geliyoruz. Müdürüm emrettiler ve inceleyip hemen sonucu götürmemizi istediler. Mesele zat-ı âlinizin ne zaman, hangi tarihte ve hangi yoldan Tekelonya’ya gittiğinizin emniyetimizce bilinmemiş olması!”
Söyler misiniz, ülkenin geldiği duruma bakarak aslında bugün de aynı “Tekelonya Cumhuriyeti”nde yaşamıyor muyuz?
Bedii Faik’in yaptığı PR çalışmasının daha âlâsını her gün TV ekranlarında, gazete sayfalarında görmüyor muyuz?
Ahmet Şık’ın yazdığı kitabın daha matbaaya gitmeden toplatılması hâlâ hafızalarda yer almıyor mu?
2010’dan bu yılın ilk altı ayına, konulan yayın yasakları sayısının 149 olduğu da basın özgürlüğünün bir başka kanıtı olsa gerek...


31 TEMMUZ 2014 BİRGÜN

24 Temmuz 2014 Perşembe

ŞİŞE ve CAM

Cam şişelere doldurdular
alınlarından süzülen teri
her cam parçasında
ekmek ve emeğin izi

Bu kaçıncı gün, grevdeler
ellerinde direnişin feneri

21 Temmuz 2014

ÖNDE ZEYTİN AĞAÇLARI...

Zeytin uzun ömürlüdür. Fidanı beş yaşında ürün vermeye başlar. On beş yaşına gelince verimi ikiye katlanacaktır.
Kadim Anadolu toprağında yüzyıllık zeytin ağaçları bulunmaktadır. Bu da zeytinin anayurdunun Anadolu olduğunun bir göstegesidir.
Ülkemizde 170 milyon zeytin ağacı bulunduğu biliniyor. Yani zeytin üretiminde dünyanın dördüncü ülkesiyiz.
Şimdilerde Meclis’te 25 dekardan küçük zeytin alanlarının her türlü kamu ve enerji yatırımının yanı sıra maden işletmeciliğine de açılması üzerine bir yasa tasarısı üzerine çalışılıyor.
Ülkede talan edilmeyen bir zeytinlikler kalmıştı. Onu da enerji yatırımı bahanesiyle madenlere açtık mı, tamam…
Bu, beş yüz bin kadar zeytin üreticisinin ekmeğini elinden almak kadar, ülke kültürüne, şiirine, edebiyatına vurulmuş bir darbedir de… Haydi onların diliyle söyleyelim, Nuh tufanında bir güvercinin ağzında bir zeytin demeti ile gelip hayatın var olduğunu haber vermesinden bugüne hem dünya, hem ülke kültür ve sanatında zeytinin önemli bir yeri olmuştur. Olacaktır da…
Toprak, zeytinin anayurdudur. Bu yüzden zeytin kendi toprağında yaşamak ister, bir başka toprağa götürüldüğünde küser, ürün vermez. Savaşta bir tankın gölgesi düşse de üzerine, örneğin Filistinde olduğu gibi, zeytin kendi toprağında boy verir.
İşte şiire zenginlik katan zeytin üzerine birkaç şiir…
Zeytin İlhan Berk’te bir parça deniz mavisidir:
“Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni”
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nda “sitem”dir:
 Önde zeytin ağaçları arkasında yâr 
Sene 1946 
Mevsim 
Sonbahar 
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim 
Dalları neyleyim. 
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.
Yâr yâr! Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar.”
Cahit Zarifoğlu’nda ölüm ile yapılan kahvaltıdır:
“uzak insan sahillerine
kelimeyi dolanan dillere
taşıdılar zeytin
kahvaltı ve zeytin
sofrada üç büyük zeytin üç kanlı bakış
Ölünün ağzına zeytin kondu
şiş dudakların arasına
sonra geniş omuz yaralarında
adamlar kırılan camlar taktılar”
Nevzat Çelik’e göre zeytinin karası, bakmaya doyulmayan gözlerdir:
“Hangi sevda vurmuş seni
Hangi delikanlı
Gönlüne
Salvo bakışlarla..
Soramam
Zeytin karası gözlerini
Yoluma yatırma
Dayanamam”
Hüsnü Arkan’a göre dallarına ay doğmuş yeşil duvaklı bir gelindir:
“bak bu ışık senin ışığın
dallarına ay doğmuş, delice, delice zeytin
bu bahar yine gelin olacak
omuzunda yeşil bir duvak, delice

24 TEMMUZ 2014

17 Temmuz 2014 Perşembe

FİLİSTİN'E ÜÇ ŞİİR...

SÖZÜM SANA DEĞİL ANILAR’DAN


Soruldu şaire
- Yürekte yanan ne?

- Yürekte pişen kül
- Kül değil anılar

(…)
Arjantin’de
oğlunu arıyordur
acılı sesi

- Bir ananın sesi mi?

Diyarbakır’da
boncuk dizmede
kınalı eli

- Genç kızlığının eli mi?

Filistin’de
kör alevde
körpe bedeni

- Gelinlik bedeni mi?

Soruldu şaire
- Tanıdın mı hiç birini?

(Geçti mi Geçen Günler, Ekim 1989)

ADAK 

Ölüm yüklü füzelere
kalbim hedeftir Gazze’de

Kara karanlık gecede
candır eksilen bedenden

Ay aydınlık pencerede
ecel yine mi nöbette?

Çocukluğum ölüme değil
Filistin’e adaktır anne

(Bağışla Ziyanımı, Haziran 2014)

ÇIĞLIK

Ölüm, yine Filistin’de
düşlerinin yaşında
çocukları avlamakta
erken davrandı

Yine Gazzeli bir çocuk
babasının kucağında
düşlerinin çığlığı ile
bombanın çığlığı
arasında kaldı

Ve çocuğun ölüm sessizliği
bombanın çığlığını yok etti
babanın feryadı ise
yankısını hâlâ  sürdürmekte...

15 Temmuz 2014