25 Haziran 2015 Perşembe

KİTABE

Sayısız hamd ve minnet bir avuç toprağıcan ışığıyla süsleyen halka yaraşır. Çeliğin bedenindeki
ateşi üfleyen, suyun pamuğunu dokuyan, kömürü
karanlıkta avlayan odur. Zulmü kahrıyla boğup şafağın
kandilini yalnız o yakar.

Acı ve hüzünle yazılmıştır tarihi

Hıyanetin okları ulaşmaz alınyazısına.
     Dağlardan zemheriyi, denizlerden rızk ve eceli, uzun
     gurbetlerden bereketi çalandır o. Onun ellerinde
     yumuşar sonsuz göklerin ve kudretli çağlayanların
     ölümsüz mermeri.

Kıyım ve hicranla yazılmıştır tarihi

Alınterinden başka azığı yoktur, sadaka
     kabul etmez. Ama hükümranıdır zamanın boyun eğse
     de sabaha, kölesi olsa da akşamın. Tevekkül ve acıyı
     kendine, kendini kadere bağışlar diye bilinir taş baskısı
     hüzünlerde.

Zulüm ve isyanla yazılmıştır tarihi

Bir gün düşkünlük tandırında kordur yüreği,
     bir gün atlas sofralarda katığı çürümüş somun.
     Can süzülmüş diye bilinir hasretinden, gurbet sılasına
     karışsa da, söz çalınmıştır ağzından. Sessizliğiyle sarsar
     cihanın bedenini.

Sevda ve kaderle yazılmıştır tarihi

Toprağın harcındadır,
suyun rahminde
ateşin soluğunda.
Yıldızla da konuşur,
bulutla, rüzgârla da.
Bin ölür yüz bin dirilir
Rahmeti tükenmez

Umut ve sevgiyle yazılmıştır tarihi

Emeğin, onurun, inancın hazinesi onun
     mülkündedir; yalnız odur aşkın, acının
     ve sevginin sultanı

25 HAZİRAN 2015, BirGün


19 Haziran 2015 Cuma

ŞAİR ve ŞEHİR...

Fransızca yazan, Fas asıllı şair ve elbette romancı Tahar Ben Jelloun, “Duygular Labirenti”nde, sevgilisi ile Napoli sokaklarında dolaşırken şu sorunun muhatabı olur:
“Napoli’de neyi sevdiğini söyle.,,”
Şair, önce kısa bir yanıt verir:
“Napoli’de ne müzeleri, ne kiliseleri, ne yapıları, ne de denizi seviyorum.”
Ve ardından hayatın karmaşası üzerine oldukça uzun bir liste yapar:
İki balkon arasına gerilmiş ipte kuruyan çamaşırlardan pazar yerlerine, bazı kadınların taklit parfümlerinden postada kaybolan kartpostallara…
Bu listeyi de şu cümleyle bağlar:
“Eski şehirde kaybolmuş Faslı kadını (ki şairin sevgilisidir) ve onun elini tutan kendimi (seviyorum)...”
Bir şehir, bir şair için nedir?
Duygularının hangi labirentinde yer alır?
Kimin söylediğini şimdi hatırlayamadığım bir söz var, gençliğimden yadigâr.
Dağda yaşayanlar, yani dağlılar arasından pek şair çıkmazmış... Misal olarak da İsviçre’yi verirler, dünya çapında bir şairleri olmadığı için...
Demek, şiirin de şairin de denizle bir ilintisi var, her ne kadar Tahar Ben Jelloun denizi sevmiyorum dese de...
Doğrusu, kendi adıma denize akraba olmayan bir şehirde yaşayabileceğimi düşünemiyorum.
Geç gençliğimde askerliğimi yaparken en çok özlediklerimin listesinde denizdi ilk sırayı alan; denizin duru mavi, hırçın yeşil yüzüydü, hayal ve hülyalarımı dalgalarının kolları arasına bırakmasam da...
Denizdi çünkü hasretimin öteki adı olarak İstanbul’un silueti ardında sılasını arayan...
Yine Tahar Ben Jelloun misali söylersek, “bir şehir; bir yüzler, bedenler, anılar kalabalığı” mıdır?
Elbette...
O şehri sevmek, o şehirde yüz yüze gelinen yüzleri, bedenleri bedeninize akraba bedenleri, anıları anılarınıza yadigâr anıları da sevmek değil midir?
Galata ve Kız kulelerini, Ayasofya’yı, Saint Antuan kilisesini ve Sultanahmet camisini, Kariye’yi ve Aya İrini’yi, Topkapı ve Çırağan saraylarını seviyorum.
Çengelköy’de rıhtımda balık tutan ihtiyara “Kırmızı balık o yemi yeme” diye türkü savuran küçük kızı da, Kuzguncuk’ta yaşlılığının balkonuna ilk gençlik anılarını asan o ihtiyarı da seviyorum.
Maçka parkında sevgilim ile ay ışığını yorgan niyetine üzerimize çekerek sabahladığımız kırk yıl öncesinin o nisan gecesini ve sevgilimi de seviyorum.
İstanbul ki anların ve anıların yadigârıdır nice hayata, hayatlara ve hayatıma...
Denizle arkadaş şehirleri seviyorum.
Bir de bu yüzden İstanbul’u seviyorum.


17 HAZİRAN 2015, BirGün

SIĞINAK

Gitti. Sevdama
sığınak oldu
son elvedası

Bir yanım
yağmur kokusu
bir yanım
karakış uykusu


11 Haziran 2015 Perşembe

BARAJ

Geceydi. Ay dolunaydı. Yıldızlar uykudaydı.
İstanbul ışık seli içinde yüzüyordu.
Sevinç acının içinde yüzüyordu.
Sevinç sevincin kalbinde yüzüyordu.
Sevinç insanın kalbinde…
Kalbim, sevincin acılar labirentine dönüşmüş kalbinde...
Dün, bu sevincin refakatinde dolaştım İstanbul’un kalbinde…
*
Geceydi. Ay dolunaydı. Yıldızlar uykudaydı.
Ama Türk ve Kürt kardeşlerim, Ezidiler, Romanlar, Süryaniler ve cümle ezilmişler, bir kenara atılmışlar uyanmıştı.
Maçka’dan geçtim, Nişantaşı ve Osmanbey’den, sonra Taksim’den...
Bağcılar’dan, Sultanbeyli’den, İkitelli’den…
Gezi Parkı sevinç içindeydi, Dicle ve Fırat, Diyarıbekir ile Hakkkâri, İzmir dahi, Adana-Mersin sevinç içinde…
Bir daha sevincin türküsünü işledim yüreğime.
Boğaz Köprüsü’nün birincisinden İstanbul’un seyrine durdum sonra.
Yıldızlar uykudaydı. İstanbul ışıklar içinde...
Topkapı Sarayı ışıktan gölgesini Üsküdar’ın kalbine düşürmüştü.
Beyazıt yangın kulesi Beylerbeyi’nin kalbine...
Ayasofya ile Sultanahmet camisi Marmara denizinin gönül yarasına...
Sonra Kadıköyü’ne indim.
Karşıda Adalar ışıklar içindeydi, kalbim sevinç içinde...
Gençliğinin genç yaşında gençler, sevincin nöbetindeydi.
*
Geceydi. Ay dolunaydı. Yıldızlar uykudaydı.
Sevinç uyumuyordu oysa...
Gençler Kadıköy iskelesi önünde halaya durmuştu.
Bursa’da işçiler, Şırnak’ta topraksız köylüler, merdiven altında çalışanlar, başına kar düşmüş dağların çobanları, zorbaya boyun eğmeyen, namusuyla işini yapan medya emekçileri, emeği ile geçinenler halaya durmuştu.
*
Geceydi. Ay dolunaydı. Yıldızlar uykudaydı.
Sokaklar aydınlıktı artık ve aydınlık kalacaktı bundan sonra da…
Sevinç aydınlıktı çünkü...
Ve martılar bu aydınlık içinde gökyüzünü kuşatmıştı çığlıklarıyla...
Sevinç ile yeryüzü bir daha sarsıldı, gökyüzü de...
Göztepe’de bir taksi çığlığını karanlığın kalbine bırakarak geçti gitti.
Bir ışık yandı, biri daha Ziverbey cihetinde...
Bir düdük sesi şimşek misali parladı karanlığın kalbinde…
Sevincin anlamı sevinç idi.
*
Zorbanın barajı yıkılmıştı.
*
Gece, sabaha ermişti.
Ay dolunaydı.
Yıldızlar uyanmıştı.


11 HAZİRAN 2015, BirGün