24 Nisan 2014 Perşembe

TYS MÜZESİ YOK EDİLİYOR

Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS)  4 Şubat 1974’te ülkemizin önde gelen 70 şair ve yazarın katılımıyla kuruldu. Sendikanın öncelikli amacı, yazarlığı iş edinmiş kişilerin emeğini sermayeye karşı korumak ve hukuksal, sosyal, kültürel, ekonomik temel hak ve özgürlükleri savunmaktı.
İlk toplantıda Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Bekir Yıldız, Adnan Özyalçıner, Leyla Erbil, Tomris Uyar, Turgut Uyar, Orhon Murat Arıburnu, Adalet Ağaoğlu, Nihat Behram ve Ali Özgentürk “Kurucu Kurulu”nu oluşturdu.
İlk genel kurulda Yaşar Kemal, bir yıl sonra yapılan 2. Genel Kurul’da  ise Genel Başkanlığa Aziz Nesin getirildi.
12 Eylül 1980’de yeni bir insan avı başlamıştı. Sendikanın çalışmaları, öteki kitle örgütleriyle ilişkileri öne sürülerek durduruldu.
Devlet, kendi düşüncesini gözetecek yazar örgütleri kurdu; Türk Edebiyatı Vakfı, Türk Edebiyatçılar Birliği gibi örgütleri korumasına aldı. TYS ise yasa dışı sayıldı. 3.5 yıllık yargılamadan sonra 18 yöneticisi aklandı.
TYS, bu yıl 40. yaşında. Bine yakın üyesi ile bir kitle örgütü. 40 yıl içinde Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Oktay Akbal, Ataol Behramoğlu, Cengiz Bektaş, Enver Ercan gibi edebiyatımızın saygın yazarları başkanlığını yaptı.
40 yıl içinde nice zorluklara göğüs geren TYS, şimdi de Cengiz Bektaş’ın başkanlığı sırasında, 2002 yılında dönemin Kültür Bakanı İstemi Talay ile yapılan bir protokolle kurulan Müze-Belgeliğini kaybetmek durumunda...
Belgelik protokolünün beş yılda bir yenilenmesi öngörülüyor. İkinci yenileme, 21 Nisan 2011 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne verilen “yenileme dilekçesi”yle yapılıyor. Dilekçe, 06 Haziran 2011’de Yıldız Sarayı Müdürlüğü’nce “uygunluk yazısı”yla ilgili makama gönderiliyor.
 Daha sonra da çalışmaları sürdürülüyor. Ancak  30 Ocak 2012 tarihli bir yazıyla “Oğlum Almanya’dan geldi evden çık” misali protokolün iptali ve Müze Belgeliğin boşaltılması isteniyor.
 Müze-Belgelik’te on yılda Nâzım Hikmet, Şükran Kurdakul, Enver Gökçe, Aziz Nesin, Arif Damar, Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya, Asım Bezirci gibi yazarların yazı gereçleri, ilk baskı kitapları,  el yazısı şiir-düzyazısı taslakları, fotoğrafları yer almakta...
Belgeliğin bazı bölümleri de kitaplık olarak kullanılmakta...
Şimdiki TYS Başkanı Mustafa Köz’ün, Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve bu dönem Kültür Bakanı Ömer Çelik’le Müze- Belgeliğin korunması ya da yeni bir yer verilmesine ilişkin görüşme talebi ise sonuçsuz kalıyor.
Şimdiye kadar da ilgili bakanlardan herhangi bir yanıt alınamamış durumda…
Şimdi ise boşaltma için bir aylık bir süre verilmiş ve bu süre 8 Mayıs 2014’te dolacak.    
40 yılda nice badireden geçmiş TYS’nin şu durumuna bakar mısınız?
Türk edebiyatının yüz akı nice şairinin, yazarının anısı karton kutulara konulup sokağa mı atılacak?
Biliyorum, başta Aziz Nesin ve Cemal Süreya olmak üzere nice şair ve yazarı sansür kıskacında yasaklayan bir iktidardan hayır yok. Ama bu ülkenin aydınları, sanatçıları, şairleri, yazarları, hatta sosyal medyada hemen her gün TYS Müze-Belgeliğinde yer alan şairlerin şiirlerini paylaşan okurlar hiç mi ağızlarını açmayacak, tepkilerini göstermeyecekler?
İktidardan hayır yok, tamam da, kültür-sanata önem verecekleri vaadiyle yerel seçimlere giren CHP’li belediyeler bu duruma göz mü yumacaklar?
Edebiyat, kültür, sanat adına yapılan bu utanca daha ne kadar tahammül edilecek?
Yazık!
  R 

18 Nisan 2014 Cuma

"GARİP" ŞİİRİN ÖYKÜSÜ

Melih Cevdet Anday, Kadıköy Ortaokulu’nu bitirdikten sonra, ailesinin Ankara’ya göç etmesi nedeniyle lise öğrenimi için Ankara Lisesi’ne yazılır. Orhan Veli ile Oktay Rifat Anday’dan bir sınıf yukarıdadırlar. Yani lise ikide...
“Garip” şiirinin bu üç temsilcisinin tanışması da lisede yayımlanan “Sesimiz’’ dergisinin bir toplantısında olur. Şiir sevgisi bu üç şair adayını hemen kaynaştırmıştır.
Anday’ın Orhan Veli ile arkadaşlığında ise tiyatro sevgisi ayrıca rol oynar. Çünkü okulun tiyatro kolu toplantısında birlikte olmaktadırlar.
İlk şiirlerini “Sesimiz” dergisinde yayımlarlar. 
Liseyi bitirdikten sonra “Varlık” dergisine yazmaya başlarlar.
İlk şiirler ölçülü-uyaklıdırlar.
Fakat, Anday’a da göre yeni bir hava taşıyorlardır.
O zaman “Varlık” dergisi sahibi ve yönetmeni Yaşar Nabi Nayır “Yeni bir hava getiren üç genç şair” diyerek bunları oku­ra tanıtır. Hatta bunun yüzün­den mizah dergilerinde alay konusu bile olurlar.
Bir mizah der­gisinde şu konuşma yayımlanacaktır:
“Bu üç genç şair, edebiya­tımıza ne getirmişler?
- Hava!”
Bir süre sonra ölçüsüz-uyaksız, sonradan “sürrealist” diye nitelendirilen şiirlere sıra gelir.
“Varlık” dergisi ortadaki iki sayfasını her sayı bu “üç genç şaire” ayırıyordur.
Bunlar yalnız “garip” karşılan­makla kalmayacak, gülmelere de neden olacaktır.
Anday ile 20 Nisan 1988 tarihinde “Cumhuriyet” gazetesinde de yaptığım konuşmada şöyle anlatacaktır:
“Sanırım uyan­dırdığımız ilk kanı, bizim şiiri daha öğrenemediğimiz biçimin­de oluştu. Ben o zaman Devlet Demir Yolları’nda çalışıyordum. Orhan Veli bir gün yeni çıkan ‘Varlık’ dergisini getirdi ve bizim şefin önüne koydu, Bu kişi ak­tör Ulvi Uraz’ın babasıydı. Şiir adı altında çıkan bu yazıları okuduktan sonra bana ‘Üzülmeyin, yavaş yavaş öğrenirsiniz’ dedi.”
Peki “Garip” adı nereden ge­liyordu?
Örneğin Orhan Veli ve Oktay Rifat, ilk kitapları olarak “Garip”in adını verirler.
Melih Cevdet’e göre ise Orhan Veli’nin ilk kitabı “Vazgeçemediğim”dir.
Bunun öyküsünü ise Melih Cevdet, yine o konuşmada şöy­le anlatacaktır:
“Bu şiirleri okuyanların di­linden “amma da garip” sözü hiç düşmüyordu. Sanırım ilk Or­han Veli benimsedi buradaki ga­rip sözcüğünü. Ben ilk askerli­ğim sırasında teritonit ameliya­tı geçirmiştim, apandisiti aldır­mak üzere Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum.
Bir gün Orhan’la Oktay geldiler. Şi­irlerimizin bir kitapta toplanma­sını konuştuk. Orhan Veli kita­bın kapağında üçümüzün de adının bulunmasını istiyordu. Ok­tay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli tarafından düzenlenmiş bir antoloji olma­sını istiyordu. Fikir birliğine va­ramadığımız için kitap Orhan’ın adıyla yayımlandı.
İşte “Garip”in kısaca hikâyesi budur. Biz, Oktay Rifat ile ben daha sonra şiirimizi başka yön­lere doğru sürdük. Benim değiş­mem “Tohum” şiiriyle başlar. Ama bizden sonra Orhan Veli de “Garip” esprisinden vazgeçti.”
Ol hikâyet budur işte...

17 NİSAN 2014, BİRGÜN


10 Nisan 2014 Perşembe

ORHAN VELİ 100 YAŞINDA...

Orhan Veli, yaşasaydı üç gün sonra 100 yaşında olacaktı. Yaşamı, sanatı hakkında yazılıp çizilmeyen kalmadı. Hakkında ömür sürdüğü 36 yılda yazdığı şiir, öykü ve çevirilerinden çok daha fazla kitap yazıldı.
İki aylık edebiyat dergisi “Sözcükler”, 48. sayısında Orhan Veli özelinde Garip şiirinin öteki iki şairi, Oktay Rifat ile Melih Cevdet Anday’ı da anarak yarınlara anlamlı bir armağan hazırlamış bulunuyor.
Bakın, yakın arkadaşı Melih Cevdet, Orhan Veli’nin “bellek gücü”nü nasıl anıların kuyusundan çıkarıyor.
Bu, aynı zamanda Orhan Veli’nin kişisel özelliklerinin de bir dökümü...
Hafızası çok kuvvetli. Arkadaşlarının okul ve telefon numaraları, yolculuk, tanışma eğlence gibi irili ufaklı olayların tarihleri unutmadığı şeyler arasında. İki yüz, üç yüz kadar baharat adını; elli, altmış kadar balık adını sayabiliyor. Hiç ukala değil. Konuşması daha çok nükteli, alaylı. Hacivat ile Karagöz’ün konuşmalarını çok güzel taklit ediyor. Sesi biraz, kırılgan ve çatlakça. Bazı türküleri ve eski türküleri çok içli ve tatlı söylüyor. Herkesle iyi, candan, nazik konuşuyor. Her sınıftan, her meslekten arkadaşı var.
“Sözcükler”de Besim Dalgıç’ın Cevat Çapan’dan, Mücap Ofluoğlu’ndan derlediği kimi ilginç anılar da yer almakta, ki bunlar da Melih Cevdet’in Orhan Veli üzerine yazdıklarını destekler nitelikte...
Örneğin bir gün, Orhan Veli bir macuncu ile mani yarışmasına girecek ve sonuçta pes eden macuncu “Senin mesleğin ne?” diyecektir. Orhan Veli “Şairim” deyince de macuncu inanmayacak, “Sen ancak macuncu olabilirsin” diye karşı çıkacaktır.
Cevat Çapan, Sabahattin Eyüboğlu’nun Ankara’daki evinde yaşanan bir olayı anlatıyor:
Eyüboğlu’nun evinin kapısı her zaman açıktır. Dostları eve istediği zaman giriyor, yiyor içiyor, sohbet ediyorlar.
Bir gün Orhan Veli de eve geliyor, fakat kapı kilitli...
Hemen bir kâğıda şunları yazıyor ve pencereye iliştiriyor:
“Kapılar, pencereler salvetime bigane
Bu değil sanki her gün geldiğimiz devlethane”
Orhan Veli’nin bir özelliği de Eyüboğlu’nun evinde yatacak yer bulamayınca ayakta uyuması...
Yaşar Kemal, bir gün Adana’dan gelir ve evde bir yere kıvrılarak yatar.
Sabah kalkınca duvara dayanmış birinin uyuduğunu fark eder. Biraz dikkatli bakınca uyuyanın Orhan Veli olduğunu görecektir.
Savaş Dinçel de Mücap Ofluoğlu’dan duyduğu bir anıyı şöyle aktarmaktadır:
Orhan Veli ile Sait Faik’in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet gazetesi alarak bulmacalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik’i yenmektedir.
Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker, “Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun?” der demez Orhan Veli sakin bir biçimde yanıtlar:
“Çünkü Cumhuriyet’in bulmacalarını ben hazırlıyorum.”
Gelibolu’da Orhan Veli ile askerliğini yapan Mehmed Kemal’in anlattıkları da bu ballı anıların kaymağı olarak okunsun...  
Salim diye bir meyhaneci vardır. Orhan Veli’ye veresiye veriyordur. Orhan Veli de kaytardığı günler soluğu Salim’de alıyordur
 Orhan Veli’den sonra Mehmed Kemal de Salim’in meyhanesine dadanır. Orhan Veli gidiyor diye değil, daha ucuz başka yer olmadığı için...
Orhan Veli arada bir talimi asacak ve çadırın kapısına da şöyle bir kâğıt iliştirecektir:
Herkes gider talime
Orhan gider Salim’e...

10 NİSAN 2104, BİRGÜN                                                                     


4 Nisan 2014 Cuma

BERKOL DOĞAN'A ÖDÜL

Özgen Berkol Doğan, genç bir bilim insanıydı. Robert Kolej’i bitirmiş, yüksem öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde tamamladıktan sonra fizik dünyasında “geleceğin yıldızları” arasına adını yazdırmıştı.
Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde Araştırma Görevlisi ve Doktora öğrencisi, aynı zamanda da Cenevre – CERN Axion Deneyi çalışanıydı.
Türkiye’ye döndükten sonra uluslararası kongrelerde ülkemizi temsil etmiş, 30 Kasım 2007’de Isparta’ya, Süleyman Demirel Üniversitesi’nde düzenlenen çalıştaya giderken ATLASJET uçağının düşmesi sonucunda, bilim adamı arkadaşlarıyla birlikte, 27 yaşının baharında yaşamını yitirmişti.
Kalp ve Damar Hastalıkları Uzmanı Prof.Dr. Nevzat Doğan, oğlunun anısını yaşatmak amacıyla yıllardır dur durak bilmeksizin çalışmakta…
Babası Nevzat Doğan, annesi Ferhan Doğan ve biricik kızkardeşi Bülay Doğan, Berkol Doğan’ın bilim insanı olmasından yola çıkarak her yıl biri Boğaziçi Üniversitesinde, diğeri Süleyman Demirel Üniversitesinde, üzerinde çalıştığı “Yüksek Enerji Fiziği” konusunda çalışan iki kişiye ödül ve burs veriyor. 
Doğan ailesi, oğul Berkol adına Kadıköy, Moda caddesinde bir “Bilimkurgu Kütüphanesi” de  kurdular.
Pazartesi dışında açık olan kütüphanede perşembe günleri kültür, sanat, felsefe, edebiyat üzerine söyleşiler; film ve video gösterimleri de gerçekleştiriliyor.
Adı üzerinde kütüphanede, ayrıca geniş bir bilimkurgu kitap birikimi ve kaynakçası da yer almakta...
Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi tarafından “Kütüphane Haftası” etkinlikleri kapsamında bir “Kütüphane /Kütüphaneci Dostu Ödülü” verilmekte…
Ödül, ilk olarak geçen yıl Gazeteci/Yazar Doğan Hızlan’a verilmişti.
Bu yıl ödüle “Özgen Berkol Doğan Bilim Kurgu Kütüphanesi” değer bulundu.
Dernek Başkanı Mehmet Manyas, ödül gerekçesini şöyle açıkladı:
“Kişisel özveri ve girişimleriniz ile sevgili oğlunuz Özgen Berkol Doğan adına kurmuş olduğunuz “Özgen Berkol Doğan Bilim Kurgu Kütüphanesi” gibi özgün bir örneği kültür dünyamıza ve İstanbul’a kazandırdığınız için sizi ve emeği geçen herkesi kutluyoruz.
Türk Kütüphaneciler Derneği üyelerinin onlarca önerisi içerisinden TKD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu’nun yaptığı değerlendirme ve 14 Mart 2014 tarih ve 265 nolu kararıyla “2014 Kütüphane Dostu Ödülü”ne “Bilim Kurgu Kütüphanesi”yle Özgen Berkol Doğan Eğitim, Kültür ve Dayanışma Derneği’nin layık görüldüğünü bildirmekten mutluluk duyarım.”
 Doğan ailesine “Yılın Kütüphane Dostu Ödülü Plaketi”, 1 Nisan 2014 Salı günü saat 10.00’da İstanbul Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen 50. Kütüphane Haftası Açılış Töreni’nde sunuldu...
Bu ödül, eğitime desteğin bir başka güzel örneği…
Sevgili dostum Nevzat Doğan ve ailesini bu güzel çabasından dolayı ben de kutluyorum.
Çabası, umarım başkalarına da örnek olur.


03 NİSAN 2014, BİRGÜN