27 Mart 2014 Perşembe

GÜNLÜK YA DA TWİTTER

Kendisinin de belirttiği gibi “Kaşıkçı Elması” değerindeki denemeleri ile “şair” unvanını “düzyazı”larına paralel kılan Salâh Birsel, ilk “günlük”ünü 1949 yılında “Beş Sanat” adlı bir edebiyat dergisinde yazmaya başlamıştır.
Daha sonra “Günlük”ler çeşitli edebiyat dergilerinde çıkacaktır. Çoğu da, özellikle Naim Tirali’nin çıkardığı “Yenilik”, ardından da Hüsamettin Bozok’un “Yeditepe” dergisinde yayımlanacaktır. Birsel, 1955 yılında ise bunları “Günlük” adı altında Yeditepe Yayınları arasında çıkan bir kitabında toplayacaktır.
O zamanlar başka günlük yazanlar var mıdır?
Birsel’den dört yıl sonra Ataç başla­mıştır günlüklerine.
Birsel’in “Günlük”ü Cumhuri­yet döneminin ilk edebiyat günlüğü olarak okunabilir.
Eski edebiyatımızda Rûzname”ler de “günlük” sayılabilir; örneğin III. Selim’in Sırkâtibi Ahmet Efendi’nin “Rûzname”si gibi… 1791’den itibaren 11 yıl her günün bir dökümünü yapar Ahmet Efendi. “Rûzname”sinde de padişah ne­reye gitmiş, ne iş yapmış, onları anlatır.
Direktör Âli Bey de 1897’de Hindistan’a bir geziye çıkacak ve izlenimlerini “Seyahat Jurnali”nde aktaracaktır.
Âli Bey’­in günlüğünün adının “Seyahat Jurnali” olması böyle bir terimin dilimizde bulunmadığının bir kanıtıdır. Âli Bey, bu sözcüğü Fransızcadan al­mıştır. Çünkü Fransızcada jurnal hem gazete, hem günlük anlamına gelmektedir.
Sözün ırmağı burada bir başka mecraya dökülüyor.
Adı üzerinde, “günlük” ya da “jurnal” yaşanan olayların, izlenimlerin günün gününe yazılması demektir.
Bu anlamda bugün yazılı medya dediğimiz gazeteler, dergiler; sosyal medya dediğimiz twitter, facebook gibi mecralar da birer “günlük” değiller midir?
Demokrat Parti iktidarını yere göğe koymayan, Adnan Menderes’in icraatlarını kendilerine rehber edinen iktidar ve yandaşları neden hiç o dönemde “basın”a yapılan baskılardan söz etmezler, edemezler?
Geçenlerde “Twitter” kapatıldı.
Bugün “Twitter”in kapatılmasıyla Adnan Menderes iktidarının “Tahkikat Komisyonu” kurarak “basın” üzerinde baskılar yapması aynı anlama gelmekte değil midir?
O yıllar, muhalif duruşlarından ötürü “Hilton” olarak adlandırılan cezaevlerinde yatan gazetecilerden kimileri halen hayattadır ve yazmaya da, konuşmaya da  devam etmektedirler.
Unutuldu mu sansüre uğrayan haberleri nedeniyle kimi gazete sayfalarının “bulmaca” misali siyah-beyaz çıktığı?
Kimi gazetelerin örtülü ödenekten yararlanarak yayınını sürdürürken, kimilerinin kâğıt yokluğu bahanesiyle sık sık kapandığı?
Yazarların, şairlerin tuttuğu “günlük”ler kadar, bugün ve her zaman “tarih”in yazdığı “günlük”ler de önemli…
Dün, yasaklar nasıl delindiyse, bugün de gelişen teknoloji ve tabii gençlerin azmi kendi özgürlükleri adına bütün engelleri yıkabiliyor.
Gençlerin özgürlüğüne dokunan yasakların ateşinde yanmıştır, bundan sonra da yanacaktır çünkü…


27 MART 2014, BİRGÜN

ReFik durbaş - Özeti

9. Sınıf Türk Edebiyatı (Refik DURBAŞ'IN) Hayatı/Ahmet Korkuthan İMRAK-AKME

14 Mart 2014 Cuma

PEN Şiir Ödülü Refik Durbaş’a

Hayatını emeğin özgürleşmesine adayan ve geniş Türkçe yelpazesiyle özgün bir şiir oluşturan Refik Durbaş’a 21 Mart Dünya Şiir Günü bağlamında bir şükran ifadesi olarak PEN Şiir Ödülü’nü sunmaktan kıvanç duyuyoruz. 

2014 Dünya Şiir Günü Bildirisi Refik Durbaş'ın usta kaleminden çıkıyor. 

“Refik Durbaş ve Şiiri” odaklı ödül töreni 21 Mart Cuma 19.00-20.30 saatlerinde İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde yapılacak.

Şiirseverler davetli. 

Şiir ve barış dünyası dileğimizle.

Dünya Yazarlar Birliği PEN Türkiye Merkezi

Tarık Günersel (Başkan) – Halil İbrahim Özcan (İkinci Başkan) – Sabri Kuşkonmaz (Genel Sekreter) – Zeynep Oral (Uluslararası İlişkiler Sekreteri) – Tülin Dursun  (Sayman) -  Mario Levi (Üye) – Haydar Ergülen (Üye)

13 Mart 2014 Perşembe

CAHİT SITKI'NIN KAYIP ŞİİRİ...

Kimi şiirler vardır, ya bir peçeteye, ya bir sigara paketinin arkasına yazılmıştır.
Bu yüzden de unutulur giderler.
Şimdinin "uçlu" sigaralarının daha dudaklarımıza misafir olmadığı günlerde "eski" vali ve milletvekilleri, "sevgili" halklarının dertlerini "Yenice" marka sigara paketlerinin arka yüzlerine yazardı.
Ben de nice şiirimi kavuniçi renkli o güzelim içimli "Yeni Harman" paketinin iç yüzüne yazmışımdır.
Cahit Sıtkı Tarancı da bir peçete ya da sigara paketinin arka yüzüne mi yazmış, bir şiiri var ki, kayboluşun dehlizinde yol alırken Salâh Birsel tarafından gün yüzüne çıkarılmıştır.
Birsel, Ankara'da İş Bankası'nda çalışırken 1941 yılında İstanbul Bahçekapı şubesine naklini yaptırır.
Daha sonra Beyoğlu'nda bir pansiyona yerleşir.
Bir akşam, bakar Petrograt nam kahvenin kaldırıma nazır masalarından birinde Cahit Sıtkı Tarancı oturmakta...
Artık çayın mı, kahvenin mi kardeşliğinde başlarlar koyu bir sohbete...
Tarancı, söz arasında "Salâh, senin güzel şiirlerin var" der.
O günlerde, yıl 1938 olmalı, Birsel'in Servetifünun dergisinde "İflas" başlıklı bir şiiri çıkmıştır.
Tarancı, bu şiiri kastetmektedir herhalde...
"Nasıldı o şiir?" diye sorar ve Birsel'den okumasını ister.
Birsel, şiiri okur:

“Benim suyumu kaynat
Benim elbiselerimi yut
Beni bu gece tanı
Beni bu gece unut

Ya adımı duvara
Ya derimi çarmıha
Evlerimize mevlut
Sana bana fatiha

II
Benim dönüşümü kolla
Uzaktan esvaplarımı
Sana her şeyimi söylerim
Çıkarsam ayakkaplarımı”

Övgünün incilerini dizme sırası Birsel'e gelmiştir.
"Senin de" der, "Varlık dergisinde 'Bir de Baktım ki Ölmüşüm" başlıklı bir şiirin var. Oldukça güzel bir şiir..."
Tarancı, "Nasıl" diye hayrete düşer.
Çünkü, bu şiirini unutmuştur.
Varlık  ise o sıralar pek satmadığı için her yerde bulunabilen bir dergi değildir.
Ve Birsel, ezberinden o şiiri okuyarak Tarancı'ya "yeniden" yazdırır.
“Bir de Baktım ki Ölmüşüm” şiiri de daha sonra Tarancı'nın o ünlü "Otuz Beş Yaş" başlıklı kitabında yer alacaktır:

“Bir de baktım ki ölmüşüm!
Dünya sönmüş başucumda;
Bir türlü gözümden gitmez.

Ne gurbetlere düşmüşüm!
İsterdim ki avucumda!
Kimse halim sual etmez.

Sorma nelerden olmuşum.
Nelere etmişim veda,
Böceklere gücüm yetmez.”

13 MART 2014, BİRGÜN


10 Mart 2014 Pazartesi

BENİ DAĞLAR EMZİRİR

Kuşlar döndü sılasına
resmi solgun tabiattan
güz sürgünü, güz çiçeği
kan kalesinde bu akşam da
konuğuyum yalnızlığın

-Gel nöbetçi bir kere de
sesime vur kelepçeni
ölüm kursun tuzağını
ses dönüşsün sessizliğe
kalbime yağsın acısı

Dağladılar ellerimi
ateşinde ihanetin
eski sevda, taze hicran
aman vermez ecel yaman
kasığımı süsler ceryan

Nere gitsem hayli gurbet
ayağımda prangalar
ne söylesem boynun büker
ay dolanır aydınlığı
zulüm üzre uçar rüzgâr

Beni dağlar emzirir
vakitsiz bir hançerde
söğüt dalı, usta işi
namluların ağzında
avcı ve de külhani
karanlığın yüzünde
rüzgârlarla alevli
beni dağlar emzirir
çiçeğiysem barışın
umuduysam baharın
pınarıysam kuşların
beni dağlar emzirir
vurulsam da her akşam
ansızın, kar altında
hayın, zalım bir sesle
beni dağlar emzirir
avcı, usta işi, hünerli
yanar bedenimde hicran
rehnedilse de töresi
ansızın, kar altında
çürümez nefesim
beni dağlar emzirir

Zincirli aşınmaz yürek
melal içinde, zamansız
uçar gönülden yarası
ağusu kalır bedende
harbiden sağlamsa zulası

Burdular hayalarımı
gece gündüz dehlizlerde
gül beslenen bir hücrede
ölse de bitimsiz sancı
dirilirim işkencede

Bir başıma, yalnız şimdi
gündüzüm zehirli pınar
gecem yıldızlardan uzak
dostu olsam da baharın
kar altında bütün dağlar

-Gel nöbetçi bir kere de
hüznüme vur kelepçeni
ölüm kursun tuzağını
aşk dönüşsün ihanete
yağsın kalbime acısı

Beni dağlar emzirir

***

Yukarıdaki şiiri kırk yıl kadar önce yazmış, o yıllarda yazıişleri müdürlüğünü de yaptığım “Yeni a” dergisinde yayımlamıştım. Sonraki yıllarda bu şiiri ben de unutmuşum, kırk yıldır da o derginin bir sayfasını yaşamını sürdürmekte. Bu nedenle olacak birçok baskı yapan hiçbir kitabıma da almamışım.
Geçenlerde 40 Kuşağı üzerine araştırma yapan Mustafa Çavuşoğlu, “Yeni a”nın kupürüyle bu şiiri gönderdi. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bugün de işkence, özellikle devrimciler üzerinde varlığını sürdürmekte...
Bugün de oğulları işkence gören anneler intihar etmekte, hırsızlara hırsız diyenler işkence görmekte...
Şiir toplumun aynasıdır.


06 MART 2014, BİRGÜN