Melih Cevdet Anday, Kadıköy Ortaokulu’nu bitirdikten
sonra, ailesinin Ankara’ya göç etmesi nedeniyle lise öğrenimi için Ankara
Lisesi’ne yazılır. Orhan Veli ile Oktay Rifat Anday’dan bir sınıf yukarıdadırlar.
Yani lise ikide...
“Garip” şiirinin bu üç temsilcisinin tanışması da lisede
yayımlanan “Sesimiz’’ dergisinin bir toplantısında olur. Şiir sevgisi bu üç
şair adayını hemen kaynaştırmıştır.
Anday’ın Orhan Veli ile arkadaşlığında ise tiyatro
sevgisi ayrıca rol oynar. Çünkü okulun tiyatro kolu toplantısında birlikte
olmaktadırlar.
İlk şiirlerini “Sesimiz” dergisinde yayımlarlar.
Liseyi bitirdikten sonra “Varlık” dergisine yazmaya
başlarlar.
İlk şiirler ölçülü-uyaklıdırlar.
Fakat, Anday’a da göre yeni bir hava taşıyorlardır.
O zaman “Varlık” dergisi sahibi ve yönetmeni Yaşar
Nabi Nayır “Yeni bir hava getiren üç genç şair” diyerek bunları okura tanıtır.
Hatta bunun yüzünden mizah dergilerinde alay konusu bile olurlar.
Bir mizah dergisinde şu konuşma yayımlanacaktır:
“Bu üç genç şair, edebiyatımıza ne getirmişler?
- Hava!”
Bir süre sonra ölçüsüz-uyaksız, sonradan “sürrealist”
diye nitelendirilen şiirlere sıra gelir.
“Varlık” dergisi ortadaki iki sayfasını her sayı bu
“üç genç şaire” ayırıyordur.
Bunlar yalnız “garip” karşılanmakla kalmayacak,
gülmelere de neden olacaktır.
Anday, 20 Nisan 1988 tarihinde “Cumhuriyet”
gazetesinde de yayımlanan konuşmada şöyle anlatacaktır:
“Sanırım uyandırdığımız ilk kanı, bizim şiiri daha
öğrenemediğimiz biçiminde oluştu. Ben o zaman Devlet Demir Yolları’nda
çalışıyordum. Orhan Veli bir gün yeni çıkan ‘Varlık’ dergisini getirdi ve bizim
şefin önüne koydu, Bu kişi aktör Ulvi Uraz’ın babasıydı. Şiir adı altında
çıkan bu yazıları okuduktan sonra bana ‘Üzülmeyin, yavaş yavaş öğrenirsiniz’
dedi.”
Peki “Garip” adı nereden geliyordu?
Örneğin Orhan Veli ve Oktay Rifat, ilk kitapları
olarak “Garip”in adını verirler.
Melih Cevdet’e göre ise Orhan Veli’nin ilk kitabı
“Vazgeçemediğim”dir.
Bunun öyküsünü ise Melih Cevdet, yine o konuşmada şöyle
anlatacaktır:
“Bu şiirleri okuyanların dilinden “amma da garip”
sözü hiç düşmüyordu. Sanırım ilk Orhan Veli benimsedi buradaki garip
sözcüğünü. Ben ilk askerliğim sırasında teritonit ameliyatı geçirmiştim,
apandisiti aldırmak üzere Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum.
Bir gün Orhan’la Oktay geldiler. Şiirlerimizin bir
kitapta toplanmasını konuştuk. Orhan Veli kitabın kapağında üçümüzün de adının
bulunmasını istiyordu. Oktay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli
tarafından düzenlenmiş bir antoloji olmasını istiyordu. Fikir birliğine varamadığımız
için kitap Orhan’ın adıyla yayımlandı.
İşte “Garip”in kısaca hikâyesi budur. Biz, Oktay Rifat
ile ben daha sonra şiirimizi başka yönlere doğru sürdük. Benim değişmem
“Tohum” şiiriyle başlar. Ama bizden sonra Orhan Veli de “Garip” esprisinden
vazgeçti.”
Ol hikâyet budur işte...
***
Şimdi biraz da anılar...
Orhan
Veli, hemen herkesle arkadaşlık kuran bir kişiliğe sahiptir.
Bir
gün Park Otel’in balkonunda Yahya Kemal ile otururken, birkaç kadehten sonra
söz dönüp dolaşır şiire gelir.
Bir
ara Yahya Kemal sorar:
“Duymadığımız
bir şeyler var mı?”
“Var
efendim” der Orhan Veli:
“Lütfetmez
misiniz?”
Orhan
Veli’nin muzipliği üzerindedir.
Aruz
ile yazdığı “Efsâne” başlıklı şiirini okur:
“Bir
zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece
sahilde sular fecre kadar çağlardı
O
çağıltıyla beraber döğünürdü def ü çenk
Bir
güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk
Mavi
bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler
muğbeçeler mest bütün mecliste
Ve o
hâletle bütün kahkahalar nağmeleşir
Dilde
Yahya Kemal’in şarkısı şehnâmeleşir
O
gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir
zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Lâkin
artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses
sada yok bu değil sanki o devlethâne”
Yahya
Kemal, şiirde kendi adı da geçtiği için mest olmuştur.
Kadehinden
bir yudum aldıktan sonra sevinçle, “Aziz şair” der, “şiirini çok beğendim,
biraz daha gayret etseniz bizi de geçeceksiniz.”
Ama
Orhan Veli’nin cevabı karşısında donup kalacaktır:
Yıl 1949 olmalı, Yahya Kemal, Orhan Veli’nin çıkardığı
“Yaprak” dergisinin bazı şairlerini Ankara’da “Karpiç” lokantasında yemeğe
davet eder.
Şairler arasında Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet
ile yazar olarak Sabahattin Eyuboğlu ile Mahmut Dikerdem vardır.
“Aman efendim, ciddiye almayın, biz bunları
alay olsun diye yazıyoruz.”
ŞAİRLERİN DÜELLOSU
Bu tür toplantılarda çevresindeki şairlerden kendi
şiirlerini okumasını isteyen Yahya Kemal, önce aruz vezniyle yazdığı bir
şiirini okur; buna Oktay Rifat, “Yalancı Dolma” şiiri ile karşılık verir:
“Şu
zeytin yağlı dolma
Yemek
değil rezalet
Rezalet
rezalet.
HÜRRİYET
MÜSAVAT ADALET”
Yahya Kemal, kendisiyle alay edildiğini sanır;
şairlere arkasını dönerek sürekli öksürür. Bu, şairlerin masadan kalkıp
gitmeleri anlamındadır.
Daha sonra bu olayı öğrenen Metin Eloğlu, Oktay
Rifat’ı yüceltmek için “Çilingir Sofrası” başlıklı şiirini yazacaktır:
“Bu zıkkımın yanında
Arnavut ciğeri ister, bir.
Çiroz salatası ister, iki.
Cacık ister, üç.
Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister.”
Arnavut ciğeri ister, bir.
Çiroz salatası ister, iki.
Cacık ister, üç.
Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister.”
SÖZCÜKLER
DERGİSİ, sayı: 48, Mart-Nisan 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder