1 Mart 2014 Cumartesi

“GARİP” ŞİİRİN ÖYKÜSÜ...

Melih Cevdet Anday, Kadıköy Ortaokulu’nu bitirdikten sonra, ailesinin Ankara’ya göç etmesi nedeniyle lise öğrenimi için Ankara Lisesi’ne yazılır. Orhan Veli ile Oktay Rifat Anday’dan bir sınıf yukarıdadırlar. Yani lise ikide...
“Garip” şiirinin bu üç temsilcisinin tanışması da lisede yayımlanan “Sesimiz’’ dergisinin bir toplantısında olur. Şiir sevgisi bu üç şair adayını hemen kaynaştırmıştır.
Anday’ın Orhan Veli ile arkadaşlığında ise tiyatro sevgisi ayrıca rol oynar. Çünkü okulun tiyatro kolu toplantısında birlikte olmaktadırlar.
İlk şiirlerini “Sesimiz” dergisinde yayımlarlar. 
Liseyi bitirdikten sonra “Varlık” dergisine yazmaya başlarlar.
İlk şiirler ölçülü-uyaklıdırlar.
Fakat, Anday’a da göre yeni bir hava taşıyorlardır.
O zaman “Varlık” dergisi sahibi ve yönetmeni Yaşar Nabi Nayır “Yeni bir hava getiren üç genç şair” diyerek bunları oku­ra tanıtır. Hatta bunun yüzün­den mizah dergilerinde alay konusu bile olurlar.
Bir mizah der­gisinde şu konuşma yayımlanacaktır:
“Bu üç genç şair, edebiya­tımıza ne getirmişler?
- Hava!”
Bir süre sonra ölçüsüz-uyaksız, sonradan “sürrealist” diye nitelendirilen şiirlere sıra gelir.
“Varlık” dergisi ortadaki iki sayfasını her sayı bu “üç genç şaire” ayırıyordur.
Bunlar yalnız “garip” karşılan­makla kalmayacak, gülmelere de neden olacaktır.
Anday, 20 Nisan 1988 tarihinde “Cumhuriyet” gazetesinde de yayımlanan konuşmada şöyle anlatacaktır:
“Sanırım uyan­dırdığımız ilk kanı, bizim şiiri daha öğrenemediğimiz biçimin­de oluştu. Ben o zaman Devlet Demir Yolları’nda çalışıyordum. Orhan Veli bir gün yeni çıkan ‘Varlık’ dergisini getirdi ve bizim şefin önüne koydu, Bu kişi ak­tör Ulvi Uraz’ın babasıydı. Şiir adı altında çıkan bu yazıları okuduktan sonra bana ‘Üzülmeyin, yavaş yavaş öğrenirsiniz’ dedi.”
Peki “Garip” adı nereden ge­liyordu?
Örneğin Orhan Veli ve Oktay Rifat, ilk kitapları olarak “Garip”in adını verirler.
Melih Cevdet’e göre ise Orhan Veli’nin ilk kitabı “Vazgeçemediğim”dir.
Bunun öyküsünü ise Melih Cevdet, yine o konuşmada şöy­le anlatacaktır:
“Bu şiirleri okuyanların di­linden “amma da garip” sözü hiç düşmüyordu. Sanırım ilk Or­han Veli benimsedi buradaki ga­rip sözcüğünü. Ben ilk askerli­ğim sırasında teritonit ameliya­tı geçirmiştim, apandisiti aldır­mak üzere Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum.
Bir gün Orhan’la Oktay geldiler. Şi­irlerimizin bir kitapta toplanma­sını konuştuk. Orhan Veli kita­bın kapağında üçümüzün de adı­nın bulunmasını istiyordu. Ok­tay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli tarafından düzenlenmiş bir antoloji olma­sını istiyordu. Fikir birliğine va­ramadığımız için kitap Orhan’ın adıyla yayımlandı.
İşte “Garip”in kısaca hikâyesi budur. Biz, Oktay Rifat ile ben daha sonra şiirimizi başka yön­lere doğru sürdük. Benim değiş­mem “Tohum” şiiriyle başlar. Ama bizden sonra Orhan Veli de “Garip” esprisinden vazgeçti.”
Ol hikâyet budur işte...

***

Şimdi biraz da anılar...
Orhan Veli, hemen herkesle arkadaşlık kuran bir kişiliğe sahiptir.
Bir gün Park Otel’in balkonunda Yahya Kemal ile otururken, birkaç kadehten sonra söz dönüp dolaşır şiire gelir.
Bir ara Yahya Kemal sorar:
“Duymadığımız bir şeyler var mı?”
“Var efendim” der Orhan Veli:
“Lütfetmez misiniz?”
Orhan Veli’nin muzipliği üzerindedir.
Aruz ile yazdığı “Efsâne” başlıklı şiirini okur:

“Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece sahilde sular fecre kadar çağlardı 

O çağıltıyla beraber döğünürdü def ü çenk
Bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk

Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler muğbeçeler mest bütün mecliste

Ve o hâletle bütün kahkahalar nağmeleşir
Dilde Yahya Kemal’in şarkısı şehnâmeleşir

O gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı

Lâkin artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses sada yok bu değil sanki o devlethâne”

Yahya Kemal, şiirde kendi adı da geçtiği için mest olmuştur.
Kadehinden bir yudum aldıktan sonra sevinçle, “Aziz şair” der, “şiirini çok beğendim, biraz daha gayret etseniz bizi de geçeceksiniz.”
Ama Orhan Veli’nin cevabı karşısında donup kalacaktır:

Yıl 1949 olmalı, Yahya Kemal, Orhan Veli’nin çıkardığı “Yaprak” dergisinin bazı şairlerini Ankara’da “Karpiç” lokantasında yemeğe davet eder.
Şairler arasında Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet ile yazar olarak Sabahattin Eyuboğlu ile Mahmut Dikerdem vardır.
 “Aman efendim, ciddiye almayın, biz bunları alay olsun diye yazıyoruz.”

ŞAİRLERİN DÜELLOSU

Bu tür toplantılarda çevresindeki şairlerden kendi şiirlerini okumasını isteyen Yahya Kemal, önce aruz vezniyle yazdığı bir şiirini okur; buna Oktay Rifat, “Yalancı Dolma” şiiri ile karşılık verir:

“Şu zeytin yağlı dolma
Yemek değil rezalet
Rezalet rezalet.
HÜRRİYET MÜSAVAT ADALET”

Yahya Kemal, kendisiyle alay edildiğini sanır; şairlere arkasını dönerek sürekli öksürür. Bu, şairlerin masadan kalkıp gitmeleri anlamındadır.
Daha sonra bu olayı öğrenen Metin Eloğlu, Oktay Rifat’ı yüceltmek için “Çilingir Sofrası” başlıklı şiirini yazacaktır:

“Bu zıkkımın yanında 
Arnavut ciğeri ister, bir. 
Çiroz salatası ister, iki. 
Cacık ister, üç. 
Adalet, müsavat, hürriyet demeye 
Sadece yürek ister.”

SÖZCÜKLER DERGİSİ, sayı: 48, Mart-Nisan 2014


Hiç yorum yok: