1 Mart 2014 Cumartesi

ALTINLAR NEREDE?

Lozan Mübadilleri Vakfı, Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan “mübadele” sonrası yurtlarından ayrı düşenleri anayurtları ile tanıştırmak amacıyla 2000 yılının ekim ayında Batı Trakya’ya bir gezi düzenlemişti.
O gezide yaşadığım kimi olaylar bugün de hatırımda...
Rumcada “Zarkadi”, sözcüğü “karaca” anlamına geliyor, “Zarkadya” ise “karacaların yurdu”...
Bir gün yolumuz “Zarkadya”, yani “Karacalar” köyüne düştü.
Köyün meydanında “Manoli” adında bir Rum ile konuşuyoruz. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince birden gözlerinden bir müjdenin parıltısı geçiyor. Bir eski komşusunu görmenin sevinci yüreğinden fırlayıp avucuma konuyor sanki...
İzmir’den Menderes’e yakın bir köyden gelmiş babası. Bu yöreye Samsun ve Sinop’tan gelenler de varmış ve Karaşahin köyünü iskân tutmuşlar…
Bir süre sonra Manoli’nin yüreğinden taşan sevincin yankısı, köyün sokaklarında dalgalanıyor:
“Türkler geldi, altının müjdesi geldi.”
“Müjde”, köy kahvesinde otururken ifadesini buluyor:
“Biz Rumlar olarak Türkiye’den ayrılırken altınlarımızı götüremeyeceğimiz vehmine kapılarak arsalara, bahçelere gömdük. Siz de herhalde buradan giderken altınları, bizim gibi bir yerlere gömdünüz. Şimdi geldiğinize göre bu altınları da almak istersiniz. Peki, altınlar nerede?”
Sahi, altınlar neredeydi?
İhsan Tevfik’in “Mübadele” (İnkılâp Yayınları) kitabını okurken bu anıların izi düştü sözcüklerin üzerine…
Tevfik, yaklaşık iki milyon insanın yaşamını etkileyen bu göç hareketinin her iki yakadaki etkilerini tarihsel süreciyle birlikte, istatistikler ve insan boyutuyla mercek altına alıyor.
Tabii bu arada ilginç vatan özlemi öykülerine yer veriyor.
60’lı yıllarda mübadeleye tutulan Rumlardan biri Suşehri’ne gelir ve çocukluğunun geçtiği köyü görmek ister.
Çevredeki köyleri geze geze bir bir yaylaya geliyor. Tepede oturarak ve bir süre köyünü seyrediyor.
Bu sırada bir çoban bunu farkediyor ve yanına oturuyor.
Hal hatır sorulduktan sonra Rumun bir zamanlar bu bölgenin çocuğu olduğu anlaşılıyor.
Çoban bunun üzerine, “Gel köyümüze gidelim, suyunu iç, ekmeğini ye!” diyor, “Konuğum ol!”
Rum, hüzünlü bir biçimde söyleniyor:
“İnemem, aşağı inemem. Eğer köye inersem artık orada kalırım. Bir daha dönemem, köyümü bırakamam.”
Çoban ne kadar ısrarlı olsa da Rumu ikna edemiyor.
Köyünü arkada bırakarak tepede bir başka yöne gidip gözden kayboluyor.
Anıların külünü kaldırınca Zarkadyalı Manoli’nin sorduğu “Altınlar nerede?”nin yanıtı da ortaya çıkıyor:
Altınlar, vatan özleminden başka ne olabilirdi?


27 ŞUBAT 2014, BİRGÜN

Hiç yorum yok: