Beyoğlu’nun çehresi hoyratça değiştiriliyor. Bir
zamanların ünlü mekânları ya ardı ardına kepenk indiriyor ya da eski yerlerini
terk etmek tehlikesi ile karşı karşıyalar.
Beyoğlu’nun ilk pastanesi olarak bilinen Lebon
da bugünlerde kapatılmak tehlikesi
kıskacında, yaşam savaşı vermekte…
Oysa tarihinde nice yazarın, sanatçının ayak izi
bulunmaktadır.
Salâh Birsel, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” nam
tarihinde, Lebon’un müdavimleri arasında ilk sırayı Namık Kemal ile
arkadaşlarının aldığını ve burada sık sık edebiyat tartışmaları yaptıklarını
yazar.
Ziya Paşa, “Zafername”de yer alan kimi
şiirlerini burada kalemine dolayacaktır.
Servetifünun yazar ve şairleri de Lebon’a boy
gösterirler.
Faik Ali Ozansoy, her akşam üstü pencere önünü
tutar. “Faik Ali’nin yanında zaman zaman ağabeyi Süleyman Nazif’le, Türkiye’nin
alçalma nedenleri ve kadın sorunu üzerine ilk kez ciddilikle eğilen Celal Nuri
de yer alacaktır.”
Halit Ziya, Cenap Şahabettin ve Hüseyin Cahit ise
ara sıra ön kapıdan girip yan kapıdan çıkanlar arasındadırlar.
1911’de Paris’ten İstanbul’a dönen Yahya Kemal
soluğu Lebon’da alacaktır. Bir yıl sonra da Şair-i Âzam Abdülhak Hâmit, Lebon’u şenlendirecektir.
Hâmit, Süleyman Nazif’in meyhane arkadaşlığından pek
hoşnuttur. İki arkadaş, yine bir gün bir
yerlere gidip birkaç kadeh içmeye niyetlenirler.
Süleyman Nazif, “Tokatlıyan”a gitmeyi önerir. Fakat o gün
Hâmit’in “Lebon”da İsmail Müştak Mayakon ile randevusu vardır.
Hâmit, “Önce Lebon’a uğrayalım. Müştak beyi görelim.” der.
Süleyman Nazif, “Beyefendi, Müştak sözünde durmaz. Boşuna
orada bekleriz” diye karşı çıkar.
Hâmit üsteleyince, Süleyman Nazif de uymak zorunda kalır.
Fakat “Lebon”dan içeri girer girmez karşılarında İsmail
Müştak’ı bulurlar.
Hâmit, “Gördün mü?” gibilerinden Süleyman Nazif’e bakar.
Süleyman Nazif ne desin? Bir Hâmit’e bakar, bir İsmail
Müştak’a... Ve ellerini havaya kaldırıp İsmail Müştak’a serzenişini
haykıracaktır:
“Yahu İsmail, ne
acayip adamsın sen? Bir sözünde durmamak ünün vardı. Şimdi onu da yitirdin,
beni de beyefendiye karşı yalancı çıkardın.”
“Nur Baba” romanında
Lebon’dan söz eden Yakup Kadri, Refik Halit ve Abdülhak Şinasi ile bir masada
oturmaktan pek hoşnuttur.
Ahmet Haşim, sınıf arkadaşı
İzzet Melih ile karşılaşmamak için Lebon’u az ziyaret edenlerdendir.
Mithat Cemal ile “dört ayrı
sevgilisini aynı günde dört ayrı masada ağırlayan” heykeltıraş Kemal Yontunç
ise hemen her zaman Lebon’dadırlar; Hececilerden Yusuf Ziya Ortaç ile Orhan
Seyfi Orhon da…
Salâh Birsel ve Oktay Akbal,
Behçet Necatigil’i Lebon’un kapısına kadar getirmişler, ama içeriye adım
attıramamışlardır.
Hepsi elbette bu kadar değil…
Sait Faik, Tanpınar gibi
arada bir gelenlerle yüz yılı aşan tarihinde Lebon, bir sanat-edebiyat
galerisidir.
Bugün Lebon’un kapısına kilit
vurmak bu galerinin kapanması anlamına gelmeyecek midir?
04 HAZİRAN
2015, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder