6 Temmuz 2014 Pazar

YAŞANAN GÜNLERİN TUTANAĞINI YAZDIM

Refik Durbaş’ın yeni şiir kitabı ‘Bağışla Ziyanımı’, Islık Yayınları’ndan çıktı. Genç şair Betül Dünder, Durbaş’la toplumsal olaylara tanıklık eden kitabını ve şiirini konuştu

Yaşanan günlerin tutanağını yazdım
Okuyucu Modunu AçYazıyı Büyüt: 

BETÜL DÜNDER

Şair ve gazetemiz yazarı Refik Durbaş’ın son yıllarda yazdığı şiirler “Bağışla Ziyanımı” adı altında Islık Yayınları arasında çıktı. Durbaş, şiirlerinde Tuzla tersanesindeki ölümlerden Roboski’de kaçağa düşenlere, Hrant Dink’in öldürülmesinden Gezi olaylarında yaşananlara tanıklık ederken kendi kişisel tarihinden izdüşümler de sunuyor. Durbaş ile son kitabı ve genelde şiiri üzerine konuştu.

»Yeni çıkan kitabınız “Bağışla Ziyanımı” ile başlamak istiyorum… 2010 yılında çıkan “toplu şiirler”i (Çırak Aranıyor ve Hatıram Olsun) saymazsak, 2007’nin mayıs ayında yayımlanmış “Kırk Dört Sıfır Dört” adlı şiir kitabınızla son kitap arasında yedi yıl var… Şair için, hızla akan zamanımız için uzun bir aralık değil mi bu?
Doğrusu, ilk gençliğimde, ilk kitabım “Kuş Tufanı” dahil, hiçbir kitabımı yayımlamakta acele etmedim. Su, akarını nasıl olsa bulur, yeter ki dağarcığınızda su bulunsun. Ben, kimi zaman bir şiir üzerine çalışırken ayrı ayrı birkaç kitap oluşturmaya da çalışırım. Örneğin “Çırak Aranıyor” kitabımı yazarken üç kitap oluşturmaya çaba göstermiştim. Biri 68 devrimcileri, biri aşk, biri de çalışan çocuklar üzerine olacaktı. O zamanki Cem Yayınları sahibi Oğuz Akkan, yine bir önceki kitabım “Hücremde Ayışığı” ile zaman aralığını ileri sürerek üçünü birden hemen basalım dedi ve öyle de oldu. “Bağışla Ziyanımı” da dört ayrı kitap olacaktı. Onu söylemeyeyim. Zaten şiirleri okuyanlar, anlayacaklardır. Aklın yolu birdir. Zaman aralığı uzayınca bu kez de Islık Yayınları yöneticisi, sevgili arkadaşım Fahri Özdemir de aynı gerekçeyle hepsini bir kitapta toplayalım dedi ve öyle de oldu.

»Şair şiirlerini bir kitap bütünlüğünde görmeden önce dergilerde okura sunmaktan mutluluk duyar. Edebiyat dergileri sizin için de kıymetini hâlâ korumakta bildiğim kadarıyla. “Bağışla Ziyanımı”nda yer alan şiirlerin hemen hepsi yayımlandı yanılmıyorsam.. Kitapta yayımlanmamış, okuruyla ilk defa buluşan şiirler de var mı?
İlk kez yayımlanan “rembetiko” şiirleri var. Bu şiirlere ben, şiir değil, şarkı sözü diyorum, dördü “Yeni Türkü” tarafından “Külhani Şarkılar” etiketi altında CD olarak çıkmıştı. Üçü ilk kez yayımlanıyor. Şiirlerin şarkı sözü olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum. Çünkü şiirin özü sözcüktür, şarkı ya da türkününki ise melodi... Çoğu kez de melodinin ritmi, sözcüklerin ahengine denk gelmiyor, ikisinin de ritmi bozuluyor. Ama melodi üzerine, ona uyumlu sözler yazılabilir, bu da ancak şarkı sözü olarak kabul görebilir. “Külhani Şarkılar”da bana 1920-1930 yıllarında söylenen on beş “rembekito” verildi. Üçüne ben, birine Cengiz Onural ile ortaklaşa şarkı sözleri yazdık, ama hiçbiri çeviri değildi ve müziği dinledikten sonra ne anladığımızdı. Öteki şiirlere gelince, (“Ünlü Kişiler Sözlüğü” dışında, ki onlar da 70’li yılların bir doğal yansımasıdır), yaşadığımız günlerin bir tutanağı da denilebilir. Çünkü hemen hepsi gazetelerde yazdığım köşe yazılarında, çoğu zaman da “İnadına Şiir” üst başlığıyla yayımlandı.
 


NEDEN İNADINA ŞİİR?
»Hiç lafı dolandırmadan sormuş olayım: Neden “İnadına Şiir?”

İnadına şiir, çünkü son yıllarda şiir piyasa ekonomisinin esareti altında medyadan kovuldu. Bunca gazete çalışanı, TV yöneticisi var. Kitaba ilgi duyan, şiir okuyan kaç kişidir içlerinde. Hangi televizyonda doyurucu bir kültür-sanat programı var? Hemen her gazete kitap eki veriyor, kültür-sanat sayfası hazırlıyor. Kitap eleştirileri yerine PR’ciler kitapların arka sayfalarını okuyarak tanıtım yazıları yazıyorlar. 2011’e kadar çalıştığım Sabah gazetesinde, 2011’den bugüne çalıştığım BirGün gazetesinde yazdığım köşe yazılarının altında, belki birileri şiirin farkına varır diye, “İnadına Şiir” etiketiyle hem kendi yazdığım, hem günümüzün önemli şairlerinin şiirleri yer aldı. Üstelik bu şiirler, sıcağı sıcağına, günü gününe yazılmış şiirlerdi. Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümler de var bu şiirlerde, Roboski’de kaçağa düşenler, Gezi olaylarının izdüşümleri de... İşte bu yüzden “Bağışla Ziyanımı” için yaşadığımız günlerin tutanağıdır, diyorum. Örneğin, 26 Haziran’da BirGün’de çıkan köşe yazım, Soma’da canlarını yitiren kömür işçileri için yazdığım “destan”dı.

BABIALİ’DEKİ GÜNLER...
»Birçok şarkıya söz oldu yazdıklarınız. Dilden dile dolaştı, dolaşıyor. Yazdıklarınıza mı beste yapıldı? Bestelenmek için şiir yazdığınız oldu mu?

Bestelenmek için şiir yazmadım, bundan sonra da yazmam. Bestelenen şiirlerim benim dışımda oluştu. “Çırak Aranıyor” şiirim bestelenirken haberim yoktu. Zaten hiçbirinde de önceden haberim olmadı. Grup Baran, bir şiirimi kimi dizelerini değiştirerek besteledi. Son olarak Grup Yorum, “Vur” başlıklı şiirimi besteledi; isteyerek, gönülden verdim. Ama dediğim gibi şarkı sözleri yazdım, Yeni Türkü’den “Külhani Şarkılar” etiketiyle çıktı. Yunan rembetikolarını dinleyerek, müzik üzerine sözler yazdım. O Yunan şarkılarını tercüme etmedim, daha doğrusu ettirmedim. Bir de halk şiirini ayrı tutmak gerekir. Çünkü onun geleneği var. Öteden beri saz ile söyleniyor ve genellikle türkü olarak adlandırılıyor. Bugün halk şiiri yazan hiç genç şair var mı?

HEP ŞİİR YAZMAK İSTEDİM
»Bunun dışında müzik ile aranız nasıl?

Müzik dinlerim elbette. Özellikle de çalışırken. Daha çok da sözsüz caz müziği, bir de klasik müzik, örneğin Rus beşleri filan... Tabii ayrıca Joan Baez’in ayrı bir yeri vardır bende. İnsan Hakları Derneği için İstanbul’a konser vermek için geldiğinde burada yazdığı bir şiirsel metni, şiir haline getirmiştim. O da konserinde beni sahneye davet ederek teşekkür etmişti. Birlikte bir fotoğrafımız bile var. 12 Eylül faşizminde er olarak Tekirdağ Malkara’da askerliğimi yapıyordum. Kışlanın hoparlöründen hemen her gün “Çırak Aranıyor” çalınıyordu. Soruyordum çevremdekilere, “Bu şarkının sözleri kimin?” diye, hemen herkes “Nâzım Hikmet”in diyordu. Ben de gülüp geçiyordum.

»Şiire başladığınız ilk dönemlerden, Babıali’den bahsetsek… O dönemdeki şiir ortamının size katkısı oldu mu?
O zamanlar İstanbul’da nüfus bu kadar kalabalık değildi. Babıali, yani Cağaloğlu, yazarlar, şairler ve okurlar için açık bir “akademi” gibiydi. Üniversite çevresi Gedikpaşa ile Fındıkzade arasına sıkışmıştı. Akşamüzerleri pastane ya da kahvehanede buluşulur, akşamları meyhanelere gidilirdi. Zaten bir şair ya da yazarın masasında bulunuyorsanız, paha biçilmez bir zenginlik içindeydiniz. Onun düşüncelerini bir başkasının himmetiyle değil, kendiniz bizzat paylaşabiliyordunuz. Benim bir şansım da birçok şairi ve yazarı bu biçimde yakından tanımak oldu.

»Yazmak için özel bir ortama, size ait araç-gereçlere ihtiyaç duyar mısınız? »Nasıl ve nerelerde yazarsınız?
Cebimde her zaman bir küçük defter ile kalem vardır. Yolda yürürken, otobüste, vapurda, sinema çıkışında, nerede olursa olsun aklıma geleni not ederim. Yeni şiirlerin nüvesidir bunlar. Şiir yazarken kahve içerim, içki içmek aklıma gelmez. Ama yazı yazarken bir iki duble rakı ya da varsa bir kadeh viski içerdim. 1970 yılından beri, bir iki istisna dışında bira içmemişimdir mesela... Gençliğimde şiirleri sigara paketlerinin arkasına yazardım, özellikle de Yeni Harman ve Yenice’lerin arka yüzlerine. Planlı bir çalışma düzenim yoktur. Fakat bir kitap filan yazmaya soyunmuşsam çok disiplinli çalışırım. İşten kafamı kaldırmam. Örneğin 200 sayfalık “Taşın ve İnancın Şiiri: Mardin” kitabını böyle bir disiplin içinde yirmi günde yazmıştım, yemeğimi dahi çalışma masasının kenarında yiyerek...
 


»Şairler kurmaca metin üretmek konusunda oldukça çekimser davranıyorlar. Bu biraz da şairin şiir dışında yazdıklarını, şiire ihanetmiş gibi algılamasıyla da ilgili kanımca. Şimdiye kadar çıkan kitaplarınıza baktığımızda sizin için şiir hep ön planda. Çocuk okurları da şiire davet ediyorsunuz bir yandan... Yelpazenizde şiir ve diğer metinler desem…
Öykü ve roman hariç edebiyatın her dalında ürün vermeye çalıştım. Ama şiirin yeri başka. Daha önce de söylediğim gibi “düzyazı sevda ise şiir karasevdadır. Bisiklete binmek gibidir şiir yazmak, yedi-sekiz yaşlarında bisiklete binmeyi öğrenen yetmiş-seksen yaşına gelse de binmeyi unutmaz, isterse o zamana kadar hiç bisiklete binmesin. Sevdalar unutulur, ama karasevdaların mutlaka bir izi kalır hayatta, hayatımızda... Şiir de böyledir. Yaşım kadar, hatta yaşımdan da biraz fazla kitaba imza attığımı biliyorum. Rıfat Ilgaz, seksen yaşında seksen kitap yazdığını söylerdi. Ben hepsini söyleyemiyorum. Hatta kaç şiir kitabım olduğunu dahi bilmiyorum. Bir de yazdığım çocuk kitaplarım var, şimdi düzenli olarak Can Çocuk Yayınları arasında çıkıyor. Önümüzdeki günlerde bir kitabım daha çıkıyor: Kar Üstünde Beyaz Bulut. Çocuk kitapları da on kadar oldu, hepsini toplarsam, sanırım 25 kadar şiir kitabım olacak.

»Şiirin tedavülden kalktığı, şairin herkesleştiği bir zamandan geçtiğimizi tartışırken; ‘şiirsevmezler’e inat, şiir sokakta, şiir avlularda, şiir kâğıtlarda yazılmaya devam ediyor ve şair yazıyor…Yeni şiirler var mı?
Elbette, yeni kitap için yeni şiirler yazmaya başladım bile... “Bağışla Ziyanımı”ndan sonra yazdığım şiirlerden birini paylaşmak isterim:

KIRIK AYNA

Parmağının ucuyla arkaya attığın
saçlarının sonbaharına düştüm
elimi tut, yalnızlığımı okşa
gözünün izi kalsın gözümde...

Aynadaki sûretine sar beni

Gamzende açan kır çiçeği
üzerinde idi acılarım
sen rengini kokladın
ben kokusunun rengini...

Sonbahar akşamına sar beni

Seni hangi ömrümle sevdiğimi
bir güz yağmurları bildi
bir de saçlarına düşen sonbahar
kahve falına resmini kim çizdi?

Üşüdüm, yağmuruna sar beni

Hasretime vaha, çölüme serap ol
kendine başka anlam bulsun intihar
son istasyonda beklerken ömrüm
seni sevdim, ne söylesem, hepsi inkâr

Giderken, elvedana sar beni

Editör :

Hiç yorum yok: