Hayatımın bir on yılı Bakırköy Dikilitaş’ta
geçti.
“Dikilitaş”ın İstanbul’un başka yörelerindeki
dikilitaşlardan farklı bir özelliği yok...
Üç yol ağzında, kendi halinde bir taş işte...
Ama ben, ne zaman önünden geçsem, bu taşı
Bakırköy Akıl Hastanesi’nin kapısı olarak görmüşümdür.
Çünkü bu taşı, yolunuzun hizasına aldınız mı,
kendinizi iki-üç dakika sonra hastanenin kapısı önünde bulursunuz.
Ve ne gariptir ki, Dikilitaş’ta on yıl kadar oturmama
rağmen, bir gün dahi Bakırköy Akıl Hastanesi’nin kapısından adım atmak nasip
olmamıştır.
Olmamıştır, ama oranın sakinleriyle yüz yüze
gelmeme mani de değildir bu...
Çünkü “deli” yaftasını yapıştırdığımız o
insanlar bütün gün ve gece Dikilitaş havalisini mekân tutmuşlardır.
Çizgili pijamalarıyla dolaşarak ya bir sigara
isterler, ya artık tedavülden kalkmış iki mecidiye...
Betül Yalçıner ile Lütfü Hanoğlu’nun “İç
Bahçe” kitabını okurken bu insanların sûretlerinin resmigeçiti dolanır oldu
hafızamın vadisinde...
Parkinson Salih, istediği zaman dışarı çıkıp
derslerde hastaneye gelir. Amfiteatr biçiminde düzenlenmiş şeref salonunda
yapılan vak’a takdimlerine çıka çıka hastalığını ezberlemiştir.
Paranoid Mehmet Ali Sultan, ölen hastaları iki
atlı bir araba ile hastanenin Silivrikapı’daki mezarlığına taşımıştır.
Miyotipili Çampur Mehmet, asistan tezlerini
daktilo eder, ödül olarak da kucakta maçlara götürülür.
Ressam Selahattin, tezlerin resimlerini çini
mürekkebi ile çizer.
Kemal Künmat, hastane bahçesindeki “Düşünen
Adam” ve kendi adı verilen kliniğin önünde duran Mazhar Osman’ın heykel sanatçısıdır.
Şair Recep Güngör Öztolon, ki en ünlü şiiri:
Aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni
Doktor beni sanıyor hâlâ şizofreni...
Üsküdar taburculuk hasretiyle derinden
Kalbimi hoplatıyor Bakırköy'ün treni!
Tâ uzaktan Marmara aşkla çekiyor beni
Hayretle karşılarım beni deli göreni
Taburcu olmak için kullanmalı dümeni
Aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni
Doktor beni sanıyor hâlâ
şizofreni.
Bunlar “deli” de, bunlara bakan doktorlar
nasıl?
Hekim İzzettin Şadan’ın hayat hikâyesi de çok
mu farklıdır?
İzzettin Şadan 1895’te Sarıyer’de doğmuştur.
Kumkapı Fransız Lisesi’nden sonra Robert Kolej’de okuyor.
1919’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye giriyor.
Tıp fakültesini bitirince kendi hesabına
Fransa’ya gitmek istiyor, fakat o sıralar kabul edilen “hizmet-i mecburiyye”
yasası nedeniyle Anadolu’da çalışmaya gönderiliyor.
Sağlık durumu nedeniyle askere alınmayan Şadan
Bey, meslek yaşamında pek çok kişiyle kavga etmesiyle ünlü...
Mesela 1939’da Hasan Ali Yücel tarafından
“Nazi muhibbi” denilerek memuriyetten azlediliyor.
Hiç evlenmeyen, hiçbir zaman muayenehane
açmayan Şadan Bey, maaşı ve babasından kalan hissesine düşen servet ile
geçimini sağlıyor.
Bir özelliği de politikaya iltifat etmemesi,
bir kez bile oy kullanmaması...
Ve hayatı Darülaceze’de son buluyor.
Aziz Nesin’in “Benim Delilerim” başlıklı bir
kitabı vardır.
Üstat yaşasaydı ve bütün bunları görseydi,
herhalde bu kitabına birkaç cilt daha eklerdi. Ve sorardı:
“Bu toplumda hekim Şadan Bey mi, yoksa onun
hastaları mı deli?”
Ya bu “iç bahçe”nin kapısı önünde “Dikilitaş”
misali duran bizler?
Şu son günlerde yaşadıklarımızdan sonra bizler
neyiz peki?
*
HİKÂYE: 1960’lı yıllar… Elazığ akıl hastanesinden personelin bir ihmali sonucu
bütün deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılırlar.
Toplam
423 deli kaçmıştır.
Mülki
makamlar panikler, Başhekime koşup, “Doktor bey ne yapalım” diye sorarlar. O
zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin başhekimidir. Mutemet Bey, “Bana
bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin” der.
Doktor
önde birkaç personeli arkasında kara trencilik oynayarak bütün Elazığ’ı “çuf
çuf” nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu
kuyruğa girer vagon olurlar.
Lokomotif,
yani başhekim Mutemet Bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler
hastaneye geri dönmüş olurlar.
Sorun
çözüldüğü için hem mülki makamlar ve doktorlar, hem de trencilik oynayıp
hastaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok hoşnuttur. (İnternetten)
Olayın
en ilginç yanı akşam sayımında ortaya çıkacaktır.
Hastaneye
trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.
*
SİYASİ HİKÂYE: Adamın biri, Adnan Menderes’e “deli” dediği
için mahkemeye verilmişti. Celsenin sonunda yargıç kararı okudu:
“Yirmi
bir hapis!”
Adamcağız,
biraz haktan hukuktan anlıyordu; itiraz etti:
“Yargıç
Bey,” dedi. “Kabul ediyorum, Adnan Menderes’e deli dedim. Bu bir hakarettir,
cezası bir yıldır. Çekmeye razıyım. Ama geri kalan yirmi yılı neden verdiniz?”
“Neden
olacak,” dedi yargıç. Devlet sırrını ifşa etmekten!” (Akbaba, 1960)
04 AĞUSTOS 2016, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder