22 Temmuz 2016 Cuma

KUZGUNCUK’TA BİR KUZGUN…

Heykeltıraş Kuzgun Acar ile tasarımcı Mengü Ertel, Akademi’yi bitirdikten sonra birlikte askere gitmeye karar verirler. İkisinin de askerlik şubesi Beylerbeyi’dir.
İlhan Selçuk askere gideceklerini öğrenince “Şubede Kudret Albayı bulun” der, “size yardımcı olur.”
İlhan Selçuk’un babası Kudret Albaya kimsesiz çocukken sahip çıkmış, askeri okula sokmuştur.
Şubeye giderler. Albay dosyalarını getirtir ve gözlerinin önünde açar.
İçinden Güzel Sanatlar Akademisi antenli kâğıtlar çıkar. Akademi Müdürü Zeki Faik İzer, ikisini de “Komünist” diye ihbar etmiştir.
Kudret Albay, “Bu evrak yanlış gelmiş, bunun yeri burası değil” diyerek kâğıtları yırtar, atar.
Büyük bir sıkıntıdan kurtulmuşlardır.
Oysa olayın aslı şöyledir: Mengü Ertel bir gün okulun bahçesinde bir ağacın dalıyla oynarken Zeki Faik, “Ağacın dallarını kırıyorsun” diye müdahale etmiş, Ertel de karşılık verince aralarında tartışma çıkmıştır.
Ertel bundan dolayı “Kötü öğrenci” olacak ve bir süre de okulu bırakacaktır.
Acar ve Ertel askeri eğitim için Ankara’ya gönderilirler. Ankara’da Yedek Subay Okulu’nda talim ve dersler dışında, her dakika birliktedirler.
Bir ara uzun bir bayram tatili olur. Altı bin kişilik okul boşalmış, herkes memleketine gitmiştir.
Beşer liraları olsa onlar da tatili İstanbul’da geçireceklerdir. 60-70 kişiyle Ankara’yı beklerler. Bütün gün Ankara’da gezdikten sonra, akşam okula dönerler.
Tatilin bitmesine üç-beş gün kala, ceplerindeki son üç-beş kuruşu birleştirip o zamanki adıyla bir Tayyare Piyangosu bileti alırlar.
Çekiliş öğleden sonradır. Ertesi gün çekiliş listesine baktıklarında biletlerine 250 lira çıktığını göreceklerdir.
Askeri eğitim zor geldiğinden, Ertel ve birkaç arkadaşı bir araya gelerek “Ayyar Hamza” oyununu sahneye koymak isterler. Kuzgun Acar, askeri eğitimi ciddiye aldığından bu olaya katılmak istemez. Neredeyse kendisi kadar bir bazukayı taşıyordur. Sonunda bazukayı taşıyacak gücü kalmayan Acar’ı da tiyatroya almaya karar verirler.
Bu arada ışıkçı, dekorcu derken tiyatronun kadrosu oldukça şişmiş, bölük sorumlusu yüzbaşı da başka adam istememektedir.
Yüzbaşıyı Acar’ın İstanbul Ses Opereti’nin “baş süflörü” olduğuna inandırırlar. Ancak Acar, çok konuştuğu için tiyatrodan kovulacaktır.
1968 yılında bütün ülkede yaşanan üniversite işgalleri ve yaygınlaşan işçi-köylü eylemleriyle toplumsal yaşam çok canlıdır. Sanat, özellikle tiyatro büyük ölçüde siyasal bir boyut kazanmıştır.
Kuzgun Acar, bu ortamda heykel yapamamanın sıkıntısını yaşarken bir gün kendi deyişi ile “Nefis bir çocuk” diye nitelediği sinema yönetmeni Ali Özgentürk ile tanışacak ve önünde yeni bir alan açılacaktır: Tiyatro ve mask...
Özgentürk, o yıllarda sokaklarda gösteriler yapan “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu”nu kurmuştur. Acar, daha sonra oyunların sahnelenmesine katılacak, maskları ve dekorları hazırlayacaktır.
O yıllarda yaptığı oldukça büyük bir maskı Özgentürk “Su da Yanar” filminde kullanacak, daha sonra koyacak bir yer bulamadığı için saklaması için bir arkadaşına verecek ve bir daha geri alamayacaktır.
Can Yücel, o da “Devrim için Hareket Tiyatrosu” oyuncuları arasındadır. 1969 “Kanlı Pazar” mitingine tiyatro oyuncuları da katılırken Ali Özgentürk davul çalacak, Can Yücel ise en önde şiir okuyarak yürüyecektir.
O günü Can Yücel şöyle anlatacaktır:
“Gösteri başlayınca Kuzgun hemen fotoğraf, film çekmeye başlamış. Yürüyüş başlayınca baktım Kuzgun otobüs durağının üzerinden yürüyüş kolunun fotoğrafını çekiyor. ‘İn aşağıya, Arap diye seni vururlar’ diye takıldım. (Kuzgun Acar Afrika kökenli idi.) Sonra Taksim’de kıyım başlayınca çektiği fotoğraflar tarihi belge oldu. Bu film sonra emniyete belge olarak verildi. Soruşturma açıldı. Hiçbir sonuç alınamadı.”
Ama bu filmin kopyası bulunamamıştır.
Benim anılarımda ise Kuzgun Acar, Galata Kulesi ile yer almaktadır. 70’li yılların başları olacak, Acar Galata Kulesi’nde bir meyhane açmıştı: Ceneviz Meyhanesi…
Sanırım o yılların hırçın şairi Günel Altıntaş ile gitmiştik. Karanlık, küçük bir meyhaneydi. O karanlıkta Kuzgun Acar’ın siması nasıldı, şimdi pek hatırlamıyorum.
1965’ten beri İstanbul’un her bir yanını tavaf ettiğim halde, o gün Galata Kulesi’ne ilk çıkışımdı ve ondan sonra da bir daha çıkmak mümkün olmayacaktır.
Bu yazının dibaçesini yine Can Yücel’in bir anısı ile bezeyelim:
“Yıllar önce, Kuzguncuk’a düşmüştü olumuz Kuzgun Acar’la. Kiliseleri, havraları, mor salkımlı Rum, Yahudi evlerini tavaf ettiydik. Sonra Yahudi maşatlığına çıkıp Burhan Oğuz üstadın da kitabında sözünü ettiği o yatay taşlar üzerindeki hayat ağacı kabartmalarını seyrettiydik. İndik aşağı, Barba Yani’nin meyhanesine kapağı attık. Uzun, öyle ferah, aynalarla kaplı, mezesiyle, ahengiyle tam bir Rum mekânıydı. Aynı yer şimdi marangozhane! Kuzgun’un keyfi yerindeydi, Kuzguncuk’u öve öve bitiremiyordu. Ben de bunun üstüne, ‘Kuzguna Kuzguncuk güzel gelirmiş’ dedim, pek güldüydü. Bir de Fenni’den (1745) ‘Sevahilname’sinden bir beyit okuduk, öyle öyle eyleştikti:

“Sandılar üzüm kızına (şaraba) geldi Araplar (onun için) yanıktırlar
Sofular zümresine uygun olalı Kuzguncuk)

20 TEMMUZ 2016, BirGün


Hiç yorum yok: