Ahmet Haşim’in ölümünden birkaç hafta
önce “sonbahar” için söylediği iki dizesi vardır:
“Bir kuş düşünür bu bahçelerde
Altın tüyü sonbahara uygun.”
“Bu kuşu geçen gün Kozyatağı’nda
sararmış çınarlar, bağ kütükleri, kuru yapraklar arasında başı boynunda, yahut
hemen uçacakmış gibi mücevher kanatlarını silkelerken gördüm. Kahvenin küçük,
biçare havuzunda gölgelerimiz bir an beraber yüzdü ve dakikalarca aynı şeylere,
akik, sarı yakuttan ikindi semasına, uzak ve gölgeli denize baktık, baktık.”
Ahmet Hamdi Tanpınar da “İstanbul
Mevsimleri ve Sanatlarımız”ı anlatırken, İstanbul’da bir sonbahar ikindisini
işte böyle çizer.
Bugün Haşim de, Tanpınar da aramızda
değil artık...
İstanbul’da şimdi göçe hazır kuşlar,
sararmış yapraklarıyla çınarlar, akik, sarı yakuttan semasıyla ikindiler
vakti...
Güz geldi çünkü...
Yahya Kemal misali “Günler kısaldı,
Kanlıca’nın ihtiyarları / Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları” diyerek
geçmiş sonbaharları “yad etme”nin faydası yok.
Ama gönlüm, nostaljiden değil, Nâzım
Hikmet’ten yana şimdi:
“Çiçekli badem ağaçlarını unut. / Değmez. / Bu bahiste geri gelmesi mümkün
olmayan hatırlanmamalı. / ıslak saçlarını güneşte kurut / olgun meyvelerin baygınlığıyla
parıldasın /nemli, ağır kızıltılar... / Sevgilim
sevgilim / mevsim / sonbahar...”
Evet, “geri gelmesi mümkün olmayan
hatırlanmamalı...”
Güz geldi çünkü...
Akşamlar, hüzünle inecek artık...
Çocuklar değil, “taşeron” çöpçüler
toplayacak yaprakları...
Komşu kızı balkona çıkmayacak...
Bir bulut, Süleymaniye’nin minareleri
arasından Sarayburnu’nu gözetleyecek...
Bir martı, kara kan katran
kanatlarıyla Haydarpaşa garındaki saatin yelkovanı üzerine yuva kuracak...
Boğaz köprüsünü kolları arasına alan
bir sis yumağı, yelkovan kuşlarını yedeğine alarak çakır dikenleri misali
yuvarlanacak denizin dalgalı yüzünde...
Ve Behçet Necatigil, şiirini yazacak:
“Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
/ En çok güz ayları ve yağmur yağınca /Alçalır
ya bir bulut, o hüzün bulutunda. / Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor / Solgun bir gül oluyor dokununca.”
Güz geldi çünkü...
Şiirler okumanın vaktidir şimdi...
Hüznü, hüzün olarak yaşamak için...
Sevinci, sevinç olarak yaşamak
için...
Yalnızlığı, yalnızlık olarak yaşamak
için...
Ece Ayhan misali, “Şiirimiz gül
kurutur” diyebilmek için...
İlhan Berk misali, “Ben, ancak
kokumla varım” diyebilmek için...
Bedri Rahmi misali, “Önde zeytin
ağaçları arkasında yar / Sene 1946 / Mevsim / Sonbahar / Önde zeytin ağaçları
neyleyim neyleyim / Dalları neyleyim / Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim”
diyebilmek için...
Geceler küçük bahçede, bir pazar
günü, sisiyle, görünmez mehtabıyla, kokularla iç içe hüznüyle, korkusuz
kokusuyla, dalgalarda sürüklenen yelkovan kuşlarıyla, kuytulara gizlenmiş
parkları, yok olmuş, boynu bükük kır kahveleriyle, sokak başlarında sönmüş
ateşleriyle, uzun ve gölgeli aşkları ve âşıklarıyla işte bir sonbahar daha
geldi.
Uçuk sarı bir hüzün...
Sarışın anılarıyla...
Yazılmaz, ancak yaşanır bir
sonbahar...
MERDİVEN
Yüreğinde gökkuşağının renkleri
ağır ağır çıkacaksın merdivenleri
Fındıklı’dan Cihangir’e
karanlıktan aydınlığa doğru
Sular yandı, tunca benziyor mermer
kendi grisinde boğuldu korku
rengahenk ülkede bütün her yer
05 EYLÜL 2013, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder