5 Eylül 2013 Perşembe

YAŞANIR BİR SONBAHAR...

Ahmet Haşim’in ölümünden birkaç hafta önce “sonbahar” için söylediği iki dizesi vardır:
“Bir kuş düşünür bu bahçelerde
Altın tüyü sonbahara uygun.”
“Bu kuşu geçen gün Kozyatağı’nda sararmış çınarlar, bağ kütükleri, kuru yapraklar arasında başı boynunda, yahut hemen uçacakmış gibi mücevher kanatlarını silkelerken gördüm. Kahvenin küçük, biçare havuzunda gölgelerimiz bir an beraber yüzdü ve dakikalarca aynı şeylere, akik, sarı yakuttan ikindi semasına, uzak ve gölgeli denize baktık, baktık.”
Ahmet Hamdi Tanpınar da “İstanbul Mevsimleri ve Sanatlarımız”ı anlatırken, İstanbul’da bir sonbahar ikindisini işte böyle çizer.
Bugün Haşim de, Tanpınar da aramızda değil artık...
İstanbul’da şimdi göçe hazır kuşlar, sararmış yapraklarıyla çınarlar, akik, sarı yakuttan semasıyla ikindiler vakti...
Güz geldi çünkü...
Yahya Kemal misali “Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları / Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları” diyerek geçmiş sonbaharları “yad etme”nin faydası yok.
Ama gönlüm, nostaljiden değil, Nâzım Hikmet’ten yana şimdi:
“Çiçekli badem ağaçlarını unut.  / Değmez. / Bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı. / ıslak saçlarını güneşte kurut  / olgun meyvelerin baygınlığıyla parıldasın  /nemli, ağır kızıltılar... / Sevgilim sevgilim / mevsim / sonbahar...”
Evet, “geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı...”
Güz geldi çünkü...
Akşamlar, hüzünle inecek artık...
Çocuklar değil, “taşeron” çöpçüler toplayacak yaprakları...
Komşu kızı balkona çıkmayacak...
Bir bulut, Süleymaniye’nin minareleri arasından Sarayburnu’nu gözetleyecek...
Bir martı, kara kan katran kanatlarıyla Haydarpaşa garındaki saatin yelkovanı üzerine yuva kuracak...
Boğaz köprüsünü kolları arasına alan bir sis yumağı, yelkovan kuşlarını yedeğine alarak çakır dikenleri misali yuvarlanacak denizin dalgalı yüzünde...
Ve Behçet Necatigil, şiirini yazacak:
“Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor / En çok güz ayları ve yağmur yağınca  /Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda. / Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor  / Solgun bir gül oluyor dokununca.”
Güz geldi çünkü...
Şiirler okumanın vaktidir şimdi...
Hüznü, hüzün olarak yaşamak için...
Sevinci, sevinç olarak yaşamak için...
Yalnızlığı, yalnızlık olarak yaşamak için...
Ece Ayhan misali, “Şiirimiz gül kurutur” diyebilmek için...
İlhan Berk misali, “Ben, ancak kokumla varım” diyebilmek için...
Bedri Rahmi misali, “Önde zeytin ağaçları arkasında yar / Sene 1946 / Mevsim / Sonbahar / Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim / Dalları neyleyim / Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim” diyebilmek için...
Geceler küçük bahçede, bir pazar günü, sisiyle, görünmez mehtabıyla, kokularla iç içe hüznüyle, korkusuz kokusuyla, dalgalarda sürüklenen yelkovan kuşlarıyla, kuytulara gizlenmiş parkları, yok olmuş, boynu bükük kır kahveleriyle, sokak başlarında sönmüş ateşleriyle, uzun ve gölgeli aşkları ve âşıklarıyla işte bir sonbahar daha geldi.
Uçuk sarı bir hüzün...
Sarışın anılarıyla...
Yazılmaz, ancak yaşanır bir sonbahar...

MERDİVEN

Yüreğinde gökkuşağının renkleri
ağır ağır çıkacaksın merdivenleri
Fındıklı’dan Cihangir’e
karanlıktan aydınlığa doğru

Sular yandı, tunca benziyor mermer
kendi grisinde boğuldu korku
rengahenk ülkede bütün her yer


05 EYLÜL 2013, BİRGÜN

Hiç yorum yok: