21 Eylül 2013 Cumartesi

BAĞIŞLA ZİYANIMI...

“Plastik mermi” ve “gaz” ile teslim alınmak istendi sokaklar bir daha... Ömrünün geçmişini hicreti muhtemel “mermi”ye teslim etmedi kimse, şimdisini “gaz”a, geleceğini  “cop”a...

Gece, karanlığıyla kol kola girdi, sabaha yürümekte...

Rüzgâr, pencere pervazını dövüyor kara karanlık çığlığıyla...

İçimdeki çığlığı susturamıyorum.

Gençliğimin hayali Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz ve Ahmet Atakan’ın sûreti bir yağmur damlası olarak duruyor pencerenin camı ile pervazı arasında...

Yapılacak daha ne kadar çok iş var ömür yolunda...
Bir kitap daha okumalıyım, içinde cinayet olmayan... Bir çocuğun saçlarını okşamalıyım oğlumun şefkatiyle... Bir genç kızın ışıltılı yüzüne bakmalıyım on altı yaşımın gözleriyle... Bir emekli amcaya yer vermeliyim halk otobüsünde... Bir şarkı dinlemeliyim sözleri aşk üzre damıtılmış...

Ama genç ölümler üzre olmayan...

Ak düşen bıyıklarımı kestim, kalkıp pencerenin pancurlarını kapadım, televizyonu açtım, bir bardak su içtim, cep telefonunu kapadım, ilkgençliğinin hülyalarında yüzen oğlumun saçlarını okşadım, bir sigara daha yaktım...

Cama vuran yağmura inat...
“TOMA”dan sıkılan suya inat...
Genzimi yakan “gaz”a inat...
Rüzgârın çığlığına inat...

Bedenim oturduğum sandalyede kaldı.

Kalbim, kafesinden fırlayıp kuş misali uçtu, Kadıköy-Beşiktaş vapurunun güvertesine kondu. Güvertede yaşları 17-18, iki genç, biri kız biri erkek... Kimseleri yok gençliklerinden başka...

Kız, kollarını oğlanın boynuna doladı. Oğlan, dilini kızın ağzına bıraktı.

Kendilerinden başka kimse görmedi öpüştüklerini...

Bir de kalbim...

Kalbimi Abdullah’ın, Mehmet’in, Ethem’in, Mustafa’nın, Medeni’nin, Ali İsmail’in, Ahmet’in sevgileri ile sevdalarına bağışladım.

Geceydi.

Bir gaz bulutu kara karanlık gökyüzünü esir almaya çalışıyordu. Tazyikli su, kara karanlık kollarıyla gençlerin bedenine sarılmak istiyordu.

Geceydi.

Gaz bulutunun ve tazyikli suyun çığlığını dinleyerek oturuyordum odamda... Televizyonda adını bilmediğim bir şarkıyı söylüyordu adını bilmediğim bir kadın...

Işığı söndürdüm.

Televizyonun sesini kıstım ve ekrandan çekip çıkardım o adını bilmediğim şarkıyı söyleyen adını bilmediğim kadını...

Kadını çekip çıkardım ve karşıma oturttum.
 “Söyle” dedim, “ne yazmamı istersin senin için...”

“Ömür” dedi, “senin ve o öldürülen gençlerin ömründen bir cümle yaz, ama içinde ölüm de olmasın, ecel de...”

O an her şey sessizlik kesildi.

Yağmur dindi, rüzgâr sustu.

Geceydi.

Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa, Medeni, Ali İsmail ve Ahmet’in sûretleri penceredeydi.

On sekiz yaşımın gençliği pencereden bana bakıyordu.

19 EYLÜL 2013, BİRGÜN


Hiç yorum yok: