29 Ağustos 2013 Perşembe

SEMERKANT...

İzin ver, saçlarını okşayan rüzgârın serçe parmağı bu akşam hüznüme misafir olsun. Göğsümde uyurken yanağının gamzesine sakladığım busenin kilidi açık kalsın; bunun için, yalnız bunun için rüyalarından kalçalarının şehvetini çalmama izin ver...

Dudağına sürdüğün kırmızı rujun rengi perçemine kına, kokusu gönül yarama merhem olsun, izin ver...

Seni yasasız ve yasaksız sevmeme izin ver...

Semerkant’a nasıl gidilir?

Dağın yamacında yaprakları sararmış bir kavak...
Çevresinde hiçbir canlının izi yok.
Bu kaçıncı gündür o ağaca doğru yürüyorum.
Yürüdükçe kavak benden uzaklaşıyor.
Sonunda, gün ağarırken gölgesine ulaşıyorum.

Kavağın dibinde bir cep telefonu,
adres defterinde ölü arkadaşlarımın numaraları...

Kimi arasam, yanıt vermiyor
oysa hepsi yaşıyor rüyalarımda...

Üzümler kararıyor, seraptan çıkmama için ver...

Semerkant’a kimle gidilir?

Güneşin kandilini söndürdüğümüz sabahçı kahvesinde bir bardak şekersiz çay ve tek sigarayla beni bırakıp gittiğinde ardından el sallamama izin ver...

Kızıl erik fırtınası başladı.

Semerkant’a niye gidilir?


Hiç yorum yok: