İddiaya
göre yurttaşlar mahalle aralarına yerleştirilecek bir sistem ile kimliği
bilinmeden ister yazılı, isterse sesli olarak ihbarda bulunacakmış... Komşusunu
tencere-tava çalıyor diye “ihbar” etmenin yeni ve ileri bir boyutu... Yıllardır yürütülen “jurnalcilik”in çağdaş
biçimi...
Eskiler
“ihbar”a “jurnal” diyorlar, “ihbar eden”e “jurnalci” derlerdi. “Jurnal” deyince
Cumhuriyet döneminin ilk işçi romanı kabul edilen “Çulluk”un yazarı Mahmut
Yesari (1895-1945) gelir aklıma.
Yesari,
Sirkeci otellerinde kalmakta, yalnızca yazı yazarak geçimini sağlamaktadır. Genellikle
de Sirkeci’deki Kafkas meyhanesinde içmekte ve yazılarının çoğunu da orada
yazmaktadır.
Bir
özelliği de Mehmed Kemal’in deyişine göre, yazılarından kazandığı parayı tek
başına yemeyip eşiyle dostuyla paylaşmasıdır.
Yesari’nin
meyhane arkadaşları arasında bir Saffet Baba vardır.
Baba,
Yesari’yi hiç yalnız bırakmaz, onun bütün ayak işlerine koşar; yazılarını falan
götürür gazetelere...
Saffet
Baba’nın asıl işi ise Darülbedayi, yani İstanbul Şehir Tiyatroları’nda kendi
yaşamına uygun rollere çıkmaktır. Küçük roller yani, aldığı para da azdır bu
yüzden… Arada bir Yesari’ye yakınır:
“Sizin
eşiniz dostunuz çok, onlara söyleseniz de bana bir ek iş verseler; ben de bu
sayede geçinsem!”
Mahmut
Yesari, Saffet Baba’ya bir iş bulmayı düşünürken Babıâli yokuşunda, İkdam Yurdu
önünde arkadaşı Aziz Hüdai’ye rastlar. Ve Hüdai’ye Saffet Baba’nın durumu
anlatarak bir iş ricasında bulunur.
Hüdai
de “Sen bir mektupla bana gönder, bir şeyler yapmaya çalışayım” der.
Birkaç
gün sonra Yesari, bir mektup yazarak Saffet Baba’yı Aziz Hüdai’ye gönderir.
Günler
geçmektedir. Yesari, bu olayı unutur. Yine Kafkas meyhanesinde içmekte,
yazılarını yazmaktadır. Saffet Baba da yine hizmetindedir.
Bir
zaman sonra Yesari, Kafkas meyhanesinden çıkarken garson, “Sizi” der, “İkdam
Yurdu’ndan Aziz Hüdai Bey acele görmek istiyor.”
Yesari’yi
bir düşüncedir alır. Acaba Aziz Hüdai, kendisini neden ve niçin acele girmek
istemekte… Çünkü Aziz Hüdai, o zamanlar MAH denilen Milli Emniyet Teşkilatı’nın
İstanbul’daki başmüfettişidir. Her türlü gizli iş ondan sorulmaktadır.
Kalkar,
ağır ağır Cağaloğlu yokuşunu çıkar, Aziz Hüdai’nin makamına gelir.
Sonrasını
Mehmed Kemal, “Haber Peşinde 50 Yıl” kitabında anlatır:
“Buyur
üstat.”
“Biz
buyurduk, ama asıl sen buyur.”
“Estağfurullah!”
“Birkaç
kere haber salmışsın, beni görsün demişsin. İşte geldim.”
Aziz
Hüdai Bey gülmeye başlar. Öylesine güler ki şaşırma sırası üstattadır. Sonunda
gülmesi kesilince, donuk gözlerle süzer. Aziz Hüdai zile basar, gelen memura,
“Mahmut
Yesari Bey’in dosyasını bana getirin!” der.
Adam,
gider kabarık birkaç tane dosya getirir, önüne saygıyla koyar.
Mahmut
Yesari, “Bu dosyalar benim mi?” diye sorar.
“Evet!”
“Nerden
oluyor benim dosyam?”
Aziz
Hüdai Bey, dosyalardan birini üstadın önüne koyarak, “Okuyun, imzaya da bakın…”
der.
Mahmut
Yesari imzaya göz atar, bir de ne görsün, bütün raporların altında Saffet
Baba’nın imzası yok mu? Bu sefer Mahmut Yesari gülmeye başlar:
“Yahu”
der, “biz bu adamı, iyilik etmek için sana gönderdik, kötülüğü bize dokundu.”
Aziz
Hüdai, “Dosyalardakini görsen daha çok şaşarsın…” der.
“Ne
var, ne yapmışım?”
“Atatürk’e
suikastlar düzenliyormuşsun. Halife ile ilişki kurmuşsun. Bazı gizli
derneklerin yönetim kurullarında imişsin. Her içkide İsmet Paşa’ya, hükümete,
iktidar partisine sövüyormuşsun.”
“Bunları
ben mi yapıyor muşum?”
“Saffet
Baba’ya göre sen yapıyormuşsun!”
“Siz
inandınız mı bunlara?”
“İnanmadığım
için sizi çağırdım üstat. Bize, bir iş bulun, yazıktır dediğin adam böyle
çıktı. Bundan sonra sen dikkatli ol! Arkadaşlarını iyi seç!”
Mahmut
Yesari, daha sonra Saffet Baba’ya “Bunu niye yaptın?” diye sorduğunda, “Bana
rapor ver dediler, senden başka ünlü kimseyi tanımıyorum ki rapor edeyim”
diyecektir.
Bu
nedenle, ihbar edene de, edilene de, ettirene de aman dikkat!
01 AĞUSTOS 2013, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder