10 Ağustos 2013 Cumartesi

BİR DÜNYA MUHACİRİ İDİ...


“Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi”nde kendisini şöyle tanıtıyordu: “8.02.1958. Ahmet İzzet’ten olma, Emine’den doğma. / Boşandı. İslam. İçel. Mersin. Mesudiye ve bir sürü / rakam. Veriliş nedeni. Zayi. Keçiören. Ankara. Nüfus / müdürü adına. Yüzmeyi kırk yıllık seanslarda öğrenen / bir Akdeniz çocuğu kılı kırk yaran bir kırkayak / Oğlunun adını ‘Deniz’ koymayı unutmuyor / Sanki sallanan bir kayıkta en küçük bir dalgada / böğürtüsünden martılar muhacir olacak.”
Asıl adı Ahmet Bozkurt ama, 1976’da ilk şiirini yayımladığından beri Ahmet Erhan olarak bilindi. “Günde üç maç yapılan kavurucu sıcakların altında Adana Demirspor’da Fatih Terim ile aynı takımda epeyce sıyrık bir meşin bir yuvarlağın peşinde” koştu.
Fatih Galatasaray’a deplase olurken, o şiire kesilmiş bir süt kadar buruk yıllar bıraktı ardında... Futbolda değil de at yarışlarında dizginledi heyecanını. Bu yüzden şiirinde sözcükleri duygusallık ile duyarlılık arasında yarıştırdı.
İlk kez 80’li yılların başında Yaşar Miraç’ın gençler adına düzenlediği “Yeni Türkü Şiir Yarışması” nedeniyle mi yüz yüze gelmiştik?
Sonraları, ben Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü için Ankara’ya ayak bastığımda ortak arkadaşımız sevgili Işık Kansu’nun bereketi tükenmez sofrasında mı?
Nadirattan da olsa “beş bin kasa bira üç bin kasa rakı iki bin beş yüz kasa şarap ve konyak ve votka”ya birkaç şişe daha eklediğimiz o uzuuun Ankara gecelerini nasıl unuturum?
İlk şiirleriyle ülkesinin alacakaranlığını ışığa boğdu ve o ışığın meşalesi hiç sönmedi yazdıklarında. 
Yetmişli, seksenli yılların genç kuşakları sardunya nasıl açar şiirlerde, çakıl taşı hangi denizi yurt edinir, onun şiirlerinden öğrendi.
Yalnız kiraz mevsiminde rakı içmedi; tufanını alnında taşıyordu çünkü.
Ülkesini anlatırken kendisini de ihmal etmedi. Yaşamına ve yaşadıklarına ayna tuttu şiirlerinde…
Bu yüzden de şiirinin dip sularında kendi özel tarihi ile “sevgili yurdu”nun tarihi iç içe, aynı sayfalarda kulaç atmakta…
Beton kümbetlerden oluşmuş kentlerde kimi zaman bir yılkı atı misali dolaştı; kimi zaman satılığa çıkardı yalnızlığıyla örselenmiş “hasarlı” hayatını…
Müzmin bir muhacirdi. İstanbul’a hicretinden sonra daha sık buluşur olduk. İstanbul’dan kaçıp sevgisine sığındığı Hacer ile Silivri’ye yerleşmişti. Turgay Fişekçi, Erdal Alova ile bir Tekirdağ’a kaçırdığımız oldu, bir başka gün Ferruh Tunç’u da alarak Silivri’ye...
Bana “Baba” derdi, ben ona “Ahmet Abi”...
Gökyüzüne, toprağa ve denize inanırdı.
Şiire inanırdı en çok da…
Kendisine, Ahmet Erhan oluşuna bir de…

08 AĞUSTOS 2013, BİRGÜN

Hiç yorum yok: