Ömür defterinin sayfalarını çeviriyorum. Salihli’de
ortaokul öğrencisiyim. İstasyondan Kuruçeşme’ye inen caddenin başında, İnci
Sineması’nın önüne düşüyor çocukluğumun fotografisi...
Bir elimde okulun kütüphanesine kayıtlı “Define
Adası”, ötekinde sinemanın önündeki gazete bayiinden aldığım “Dolmuş” ve “Tef”
dergileri...
Kitaptan çok, dergi okuma günleriydi o günler...
“Pekos Bil”, “1001 Roman”, “Mandrake”ler yanında
haftalık formalar halinde yayımlanan “Estergon Kalesi” misali tarihi romanlar o
yılların hayal dünyamızın süsleriydi.
Şimdi kim bilir hangi anının mahzenindedir “Dolmuş”ta
Marcel Ayme’nin “Duvargeçen” ve “İğreti Suratı”nı resimleyen çizerin kimliği?
Ve kimdi her sayısında “Hababam Sınıfı” adı altında
kaleme aldığı okul anılarıyla ilk gençliğimize gençliğini aşılayan “Stepne” nam
yazar?
Çok sonraları, şiir yazmaya başladığım yıllarda
öğrenecektim “Stepne”nin ardındaki kimliğin Rıfat Ilgaz adını taşıdığını...
O Rıfat Ilgaz ki, ellili yıllarda “Üsküdar’da Sabah
Oldu” kitabından sonra şiire küstürülecek, 40 Kuşağı’nın “Fedailer Mangası”ndan
biri olarak adı sakıncalıya çıktığı için kitapları yayımlanmayacak, kimliği
“unutulmuşluk” dehlizine bırakılmak istenecektir.
Ama Rıfat Hoca, ölümünden iki yıl kadar önce
konuştuğumuzda da “Şiirle başladığım için şiire sevgim hiçbir zaman eksilmedi”
diyecektir.
“Çünkü mizah
bir tür değildir. Yani mizah, yazınsal bir tür değil. Bir çeşnidir. Bakış
açısıdır. Mizah şiirde de olabilir, romanda da, tiyatroda da... Ama doğrudan
doğruya mizah diye bir yazı türü yoktur” diye özetleyecektir mizah anlayışını
da...
Mizahı yazınsal bir tür olarak görmeyen Rıfat Hoca,
ünü kendisini de aşan bir kitabın, “Hababam Sınıfı”nın yazarı olarak yer
alacaktır edebiyat tarihimizde...
“Hababam Sınıfı”nın hikayesi, Rıfat Ilgaz’ın yazarlık
hayatının da bir hazin hikayesidir.
Adını kullanamadığı için, 1956’dan itibaren haftalık
hikayelerini “Dolmuş” dergisinde sakıncalı olduğu için “Stepne” imzasıyla yayımlayacaktır.
adı ancak 1959’da yapıtının kapağını süsleyecektir.
O günlerden kalan bir anı, “Hababam Sınıfı”
öyküleri kadar anlamlıdır.
Hababam Sınıfı yazılarının bir bölümü daha
sonra İlhan Selçuk’un önerisi ile kitap olarak 1959’da çıkacak, kapağını da
Turhan Selçuk çizecektir.
Fakat Rıfat Ilgaz şair olarak anılmak
istendiğinden kitabın yazarı kapakta “Stepne” olarak yer alacaktır.
Asıl neden ise Rıfat Ilgaz’ın polis tarafından
aranması ve sabıkalı oluşudur.
Kitap hemen beş bin satar. Ilgaz’ın kazancı
ise 250 liradır.
O yıllarda Babıali’de Kral Faruk adında, çok
tanınan ve sevilen bir gazete dağıtıcısı vardır.
Kral Faruk, “Stepne”yi bir Rus yazar sanacak ve şöyle
diyecektir Rıfat Ilgaz’a:
“Rusçan fena değil; doğrusu ilk kitabı çok güzel
çevirmişsin!”
“Ben mi çevirmişim, hangi yazardan?” diyen
Rıfat Ilgaz’a dağıtıcının yanıtı şu olacaktır:
“Hangi yazardan olacak, Stepne’den... Baktın
birincisi iyi gitti, ardından ikinciyi de yetiştirdin...”
*
Rıfat Ilgaz, 1952’de yeniden çıkmaya başlayan
Tan gazetesinde imzasız fıkralar yazmaya başlar. Bu yazıları 1960 yılına
sürecektir.
O yıllarda Yaşar Nabi’nin çıkardığı “Varlık”
dergisi de Tan’ın matbaasında basılmaktadır.
Bir gün dizgi ustası Şefik Usta gelir, “Bak
Rıfat bey, Yaşar Nabi Nayır ne yapmış” der.
Bir Türkolog İsviçre’de çıkan bir dergiye Türk
şiiri üzerine bir yazı yazmıştır. Sevdiği şairler arasında Rıfat Ilgaz’ın da
adı vardır.
Fakat Yaşar Nabi, Rıfat Ilgaz’ın adını kurşun
kalemle bastıra bastıra karalamıştır.
*
Rıfat
Ilgaz da 1953 yılında yayımlanan “Devam”da yer alan sekiz bölümlük “Mangal”
şiirinde Nuri İyem’le bir macerasını anlatır.
Recep
Usta’nın Rumeli yapısı bir mangal vardır. Nuri İyem’in anası yakar mangalı...
Mangal “kış gecelerinde tandır, yaz günlerinde ocak”tır.
Bir gün
ana hasta olur, ama ilaç parası nerede? Nuri İyem de bir “mangal” resmi
yapmıştır. Reçeteler kalınca ellerinde resmi pazara götürürler. Satamazlar,
çünkü “mangal”ın resmi değil de kendisi para etmektedir...
Ve bakır
fiyatına gider mangal...
Sonrasını
Rıfat Ilgaz “Mangal” şiirinin 7. bölümünde şöyle özetleyecektir:
Reçeteler
kalınca elimizde
Çektik
duvardaki yağlı boyayı
Bir akşam
üstü pazara
Baktılar
bezine, çerçevesine,
“Para
etmez!” dediler.
Beğendiler
altın gibi rengini
Resmini
değil, kendisini istediler;
“Olmaz!”
diyemedik.
Çektik
Çerkez kızı mangalı
Esir
pazarına.
Bir göz
bile atmadan biçimine
Sülün gibi
endamına,
Vurdular
kantara ince belinden
Halka
halka küpelerinden;
Gitti
bakırı fiyatına.
Kurtardık
Ressam Nuri’yi derken
Kıydık
Recep Usta’nın zanaatına.