26 Haziran 2014 Perşembe

SOMA MADENİNDE YAŞAMINI YİTİRENLERE DESTAN

2014’ün 13 mayısı
haber düştü takvime
kömür oldu Soma’da
gençliğimin mezarı

Madenin içi soğuk
madenin içi kara
on dokuz yaşında
ömrüm kaldı Soma’da

Çizmelerim çelikti
çoraplarım delikti
elimde nasır tutan
terim kaldı Soma’da

Nişanlımın tülbendi
kefenim olsun benim
bir tutam da saç teli
toprağımı süslesin

Susadım kana kana
kömür kokan babamı
koklasam bir daha
su ne gerek bana

                Çam dalında ardıç kuşu
bıldır nerde geçirdin kışı
söndü fenerimin ışığı
karanlığa kaldım Soma’da

Seslenirim sesime
ses veren yok ocakta
kül olmuş yüreğimden
feryadım çıkar bacada

Acelen ne idi ecel
kim dedi hemen gel
kömür ocak, ömrüm yel
ateşim kaldı Soma’da

Anamın göz yaşıyla
koyun beni toprağa
mezar taşı istemem
bir avuç kömür yeter
mezarımın başında

İletişim araçlarının bugünkü kadar gelişmediği zamanlarda halk içinde destan yazanlar vardı. Toplumu sarsan kimi olayları günü, tarihi, oluşum biçimiyle şiir olarak kâğıda döker, “destan” adını verdikleri bu şiirleri sokaklarda bağıra çağıra okuyarak satarlardı. Aşağıda yer alan şiirimin de bu destan niyetine okunmasını isterim.


26 HAZİRAN 2014, BİRGÜN

19 Haziran 2014 Perşembe

ÇOCUK İŞÇİLER...

Bir tulumba­nın başında dur­muşlar. O, su çe­kiyor; ustası ellerini yıkayacak. Ellerini değil, bütün bir günün kirini, pasını. Kolu tulum­banın kolunun kalınlığında, elleri­ ise neredeyse ustasının ellerinin iriliğinde...
“Bu yıl da başardılar, şimdi sıra sizler­de...” diyor duvardaki afiş. O, afişin al­tında durmuş. Sağ elinde boya sandığı, koltuğunda oturağı bir teneke. Gözle­rinin ışığı afişteki yazı üzre mi düşmüş, yoksa başaranların fotografisine mi? Başarmaması için bir neden mi var?
Perdede fotoğraf sanatçısı Aclan Urazın çektiği Çocuk İşçilerin görüntüleri akıyor.
Hepsinin gözlerinde geleceğimizin ışıltısı.
Hepsinin ellerinde geleceğimizin gü­cü, kuvveti.
Hepsinin yüreğinde geleceğimizin güvencesi.
Çocukluklarından önce elleri büyü­müş çocuklar.
Umutlarından önce yü­rekleri çiçek açmış çocuklar.
Oyun saatlerini “iş” saatlerine rehin bırakmış çocuklar.
Her çocuğun öyküsü yaşanmış ve ya­şanacak bir ömrün öyküsü. Tabii Adapazarı’nda torna tezgâhı başında “Dik­katli ol, kaza geliyorum demez” uyarısı­nın altında canından olmazsa...
Geçen hafta bugün “Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü” idi.
“İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi”, “İFSAK” ile ortaklaşa üç gün süren bir etkinlik düzenledi.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Dr. Ercan Duman, çocuk işçiler konusunda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“İstanbul İşçi Sağlığa ve İş Güvenliği Meclisi”nin raporuna göre güvencesizliğin kaynağını ailelerin yoksulluğu, köyden kente göç, eğitime ulaşamama, eğitim sistemi ve sermayeleştirme süreci ile birlikte kapitalizmin duyduğu ucuz emek gücü gereksinimi oluşturmakta…
Sonuç olarak da çocuk işçiler ölüyor ve ölmekte.
Geçen yıl yaşamını yitiren 1235 işçinin 59’u, bu yılın ilk dört ayında ölen 396 işçinin 17’si çocuk işçi…
Küratörlüğünü fotografi ustası İsa Çelik’in yaptığı “Çocuk İşçiler” konulu bir serge açıldı.
Yine bir başka fotografi ustası Aclan Uraz, aynı konuda bir dia gösterisi sundu.
Toplantı sanatçı İrfan Ertel’in müzik dinletisi ile sona erdi.
Bu arada şimdiye kadar çocuk işçileri konu alan şiirlerimden dolayı ben de onur konuğu idim.
Ben de o çocuk işçilerden biri idim, çocukluğum ve gençliğim çeşitli işlerde çalışarak geçmişti, hayatımdan damıttığım o şiirlerden okudum.
Onlardan birini paylaşmak istiyorum
DOKUMADA ÇALIŞAN KIZLAR
Dokumada çalışan kızların
günleri naylon iplik, ucuz keten
emeğin, alınterinin ve aşkın
kanı damlar kirpiklerinden

Erimiş tırnaklarında al kına
tuzlu badem, eğlencelik
gençliği solmuş tül gelinlik
o çocuk yüzlü hanlarda

Çoğu hiç uyumuyor geceleri
çoğu yazlık sinemada, şarkılarda
güneş girmeyen bir romanda
bakışı aydınlık sevgili

Dokumada çalışan kızların
ben de karışsam aralarına
kuş olup konsam avuçlarına
dokusam onlarla kumaşını acının

Onlar ki yüreklerinden başka
öderler rüşvetini herşeyin
acılarından, umutlarından başka
aşkın, alınterinin ve emeğin

19 HAZİRAN 2014, BİRGÜN


13 Haziran 2014 Cuma

OKTAY RİFAT 100 YAŞINDA...

10 Haziran 1914’te Trabzon’da doğdu. Şair ve dilci Samih Rifat’ın oğlu. Asıl adı Ali Oktay Rifat. 18 Nisan 1988’de İstanbul’da aramızdan ayrıldı.
*
Elli yıla yaklaşan bir şiir birikimi.
Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’la Garip şiirinin üçüncü ayağı. “İkinci Yeni” bulvarının Perçemli Sokak’ı.
Elleri Var Özgürlüğün: 27 Mayıs anayasasında onun da parmak izleri yok mu?
Ve hâlâ denize doğru konuşuyor: Bir Cigara İçimi.
*
Bir elmada evlere bir mevsim dolduran şair.
*
 “Şiir olmasaydı, yaşama dediğimiz oluşun çarklarından biri eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı, ama insanlar sevişmez, öpüşmez, yarınların yeni düzenine şiirli dünyanın hızıyla kavuşamazdı.”
Ya şiirimizde bir Oktay Rifat olmasaydı?
Kıyamet kopmazdı ama Türkçemiz mutlaka çıplak, şiirimiz dil­siz kalırdı.
*
Dönemlere değil ödüllere ayırmalı şiirinin yaşadığı evreleri.
Karga ile Tilki: 1955 Yeditepe Şiir Armağanı.
Şiirler: 1970 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü.
Bir Cigara İçimi: 1980 Sedat Simavi Vakfı Ödülü.
Dilsiz ve Çıplak: 1984 Behçet Necatigil Şiir Ödülü.
*
Tabağında bir bulut, kadehinde gökyüzü...
*
Okul dergisi “Sesimiz”i saymazsak, ilk şiirini 22 yaşında “Varlık” dergisinde yayın­lamış. (“Ezâ,” 15 Aralık 1936)                                                   
“Göründü gökyüzünde martılar
Nerede hasret kaldığım deniz?”
Gökyüzünün martılarla örtüldüğü bir gün, Orhan Veli ve Melih Cevdet’le gelen Garip’lik. Orhan Veli’nin deyişiyle “her türlü şairanelik ve sanatlardan uzak, akılla yazılan, ölçü ve uyaktan arınmış şiir”ler.
*
Yıl: 1945: Güzelleme. İlk kitabı. Halk şiirinin biçimlerine öykünerek ölçüyü uyağı kullanmış, Garip’teki şiirleri yazan o değil sanki.
Şöyle diyor Cemal Süreya: “Daha ilk şiirlerinde beliren bir özelliği var Oktay Rifat’ın: Birdenbirelik.”
Birdenbirelik; Daha sonra bütün şiirlerinin izleği olacak.
*
Adı üstünde Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler. Küçük adamın ruh hallerinden toplumculuğa yöneliş.
*
Aşağı Yukarı ve Karga ile Tilki.
Özgür bir söyleyişin dip sularına şiirini oltasını bıraktığı yıllar.
*
“Kelimeleri kullanmak, göz önüne birtakım görüntüler getir­mek, gerçekle oynamak, gerçeği kurcalamakla birdir.” Sonuç: Perçemli Sokak. Her sözcük kendi başına özerkliğini kazanma yolunda.
*
 “Telefon”: İşte onun şiirinin aydınlık kilometre taşlarından biri daha.
*
Bütün şiirlerinin ortak paydası: Şiirin bir dil oluşunu kavratması. Türkçenin olanaklarını sonsuzca kullanmanın yollarını araştırması.
Memet Fuat’ın deyişiyle “Her türlü biçimi, bu arada eski kalıpları çağdaş şiire kazandırışı, şiirlerinin yapısını işlerkenki yenilikçi, araştırıcı yönelişlerini hep bir kusursuzluğa ulaştırışı...”
*
Güzel günlerin sokaklarının, köşe başında insanın yakasını bırakmayan leylak kokularının, güneşi elinde elma şekeri gibi taşıyan günlerin şairi...
*
Son sözü yine, Turgut Uyar’a göre hiçbir kitabına almadığı bir şiiriyle o söylesin:

GÜVERCİN

San Marco meydanında dost olduğum güvercin
Bir Alman misillemesinde
Kurşuna dizilmediyse eğer
Venediğe gider
Ben kuşumu bulurum
Ben kuşumu bilirim
Milyon güvercin içinde


12 HAZİRAN 2014, BİRGÜN

6 Haziran 2014 Cuma

AŞKI YAZIYOR ÜLKÜ TAMER

Yanardağın üstündeki kuş misali şair, bir romanını gecede okuyup basmak için sabah erkenden yazarının kapısını çalan yayıncı, tiyatronun en görkemli döneminde ünlü oyuncularla sahneyi paylaşan aktör, dünya klasiklerinden günümüzün öncü yazarlarına birçok yapıtı Türkçeye kazandıran çevirmen, sevilen şarkıların söz yazarı, edebiyatı çocuklara sevdiren çağdaş masalcı, antolojileri ile okurun ufkunu genişleten araştırmacı, kimi televizyon dizilerinin gizli oyuncusu...
Sigara ve at yarışlarının karasevdalısı...
Hangi Ülkü Tamer’den söz etmek gerek?
Sahi, içinde kaç Ülkü Tamer var Ülkü abi?  
“Su toprağa karışırsa ekin olur, ekmek olur. Kan küle karışırsa ne olur?”
Ülkü Tamer, “Şiir bu sorunun cevabını arar boyuna” diye­rek karşılık düşer ve ekler:
“Şiir ateşin habercisidir
Yangının kundakçısı
Yanardağın üstündeki kuştur şiir.”
Ama Ülkü Tamer’in şiirlerinde ne kan kokusu duyumsanır, ne de kül tortusu. Terzilerin, dülgerlerin, uzun yol sürücülerinin, kaçakçıların, tilkilerin, kirpilerin, sansarların, kuşların, özellikle de serçelerin şairidir. Nokta ile virgülün, ikindilerin, yumuşak g’nin, yaz yurdunun, yolculukların, sıragöllerin, koruların bir de...
Ülkü Tamer, toplu şiirleri “Yanardağın Üstündeki Kuş”tan tam yirmi yıl sonra yeni yazdıkları ile okur karşısında: Bir Adın Yolculuktu (Islık Yayınları).
Adı üzerinde, Bir Adın Yolculuktu”ta Tamer, aşk üzre, sevda, vefa, günlük izlenimler ve günler üzre bir yolculuğa çağırıyor okurunu.
Çağdaş şiirin bütün olanaklarını kullanırken, halk şiirine yeni biçimler, söyleyiş özellikleri kazandırıyor.
Bütün yaratılarında olduğu gibi, bu kitabında da imgenin kapılarını aralayan, bunu yaparken de yapmacık çocuksuluğu dışlayıp çocuk duyarlığını öne alan bir kim­likle var kılıyor şiirini. Çocuk duyarlığına yaslanmanın bir göstergesi de, şiirinde soyutlamaya giderken dilin yalınlığını göz ardı etmeden, anlaşılırlığın sınırları içinde dolaşması...
Tamer’in şiirini bütünleyen imgeler olağandışıdır, olağanüstü değil. Bu olağandışılığı süsleyen ise yalın ve anlaşılır bir sözcük kümesidir.
İşte Tamer’in şiirini anlamada bir anahtar daha: Şiiri biçimsel olarak birçok deneylerden geçse de, düzyazısal örneklerden halk şiirinin manilerine kadar birçok biçimleri denese de Tamer’in şiiri kendine özgü bir sesin yankısında oluşturuyor bütünlüğünü. O sesin derinliğinde, söyleyişin dehlizinde buluyor varlık nedenini.
Yüksek sesli bir şiir değildir bu. Bu sesin içinde toplumcu temalar da ağırlıklarını korumaktadır.
Adı unutulmayası eleştirmen Memet Fuat yaşasaydı, yılın en başarılı şiir kitaplarından biri olarak nitelerdi “Bir Adın Yolculuk”u…

05 HAZİRAN 2014, BİRGÜN