Ayın ışığı
pencerede karanlığı bekliyordu.
Kalemi okuduğu
kitabın arasına koydu, kitabı masaya; pencere önüne geldi, perdeyi araladı; ayın
ışığından bir tutam alarak perçemine iliştirdi.
Gölge karanlığa
çekildi.
Sis sokağa
inmişti. Ayın aydınlığı ile sokağa çıktı. Bütün sokaklar, ara ve çıkmaz
sokaklar, caddeler, alanlar biber gazı ile bezenmişti. Gaz, nefes al; panzer,
nefes al; miğfer, nefes al; maske, nefes al; nefes al; nefes al; nefes al; cop,
kalkan, plastik mermi, nefes al; duran adam, nefes al; koşan adam, nefes al;
halay çek, nefes al; kırmızı karanfil, beyaz önlük, nefes al; sansür, nefes al;
nefes al; nefes al...
Kurşun perçemine
değdi.
Perçemine
düşürdüğü ayın ışığında okumaya başladı: “Gaz maskesi nefes almamızı sağlayan
bir araç oldu. Saldırıdan sonra alan halka açılınca kendimi mülteci kampında
bir çocuk olarak hissettim. Her yer saldıran insanlar ile doluydu. Alanda bir
sindirilmişlik havası var gibiydi. Ama duruşumuz böyle bir havanın asla mümkün
olmadığının bir kanıtıydı.”
Ölüm, ağaca
tutundu ve orada kaldı.
Artık kimsenin
ne adı var, ne soyadı; Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük,
Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım’dan başka...
Ay, kendi göğüne
çekildi.
Işığı, kendi
aydınlığına...
Karanlık, bir başına
kaldı gölgesi ile...
Yağmur başladı.
04 TEMMUZ 2013, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder