“Gece, sessizlik devden büyüktü. Uzaktan il ulumaları duyuldu. Adımlarını ufalttı. Çevresine bakındı. Sonra başını yukarı kaldırdı. Ay’ın yarısı yoktu.
Halep’te kazandığı parayı altına çevirmişti. Şimdi iki altını vardı. İşler böyle denk düşerse, birkaç kez daha gidip gelecek, sonra bu işten elini ayağını çekecekti. Çünkü kaçakçılığa kabarık değildi hevesi.
Yavaş yavaş mayın döşeli tarlaya girdi.
Hayatı şimdi varla yok arasındaydı. Toprağa basan ayağında hayat, havada korkuyla titreyen öteki ayağında ise ölüme, yok olmaya hazırlanış vardı. Üç beş saniyelik duraklamadan sonra havadaki ayağını da toprağın karanlık suratına koydu. Bekledi. Şimdi ayağının altında ölüm yoktu. Sevinir gibi oldu. Fakat bu sevinci, inceden esen yel hemencecik ötelere taşıdı sanki.
Yaşamayı, hayatta kalmayı, kısa bir süre bile olsa garantilediği ayaklarını, yeniden ölümün tepesine bastırmaya cesaret edemiyordu. Fakat geriye dönmek kendisine hiçbir şey kazandırmayacaktı. O bunu da çok iyi kavrıyordu. Önemli olan, iki altını anayurduna geçirmekti. Bu altınlarda çoluk çocuğunun umudu asılıydı. Kanlı, hileli, ölüme bulaşmış bile olsalar…”
Bekir Yıldız, 1970 yılında yayınlanan ve ertesi yıl Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan “Kaçakçı Şahan” hikâyesinde Şahan’ın kaçaktan dönüşünü böyle anlatmaktadır.
Sonrası mı?
Sonrası bir acılı insanlık dramıdır, özetle…
Şahan yoksuldur, topraksızdır, işten güçten azadedir.
Korku canındadır, ama yine de kaçakçılığı mahkûmdur.
Kaçaktan elde ettiği iki altın umududur; kıvırcık saçlı, kara gözlü oğlunun geleceğidir.
Mayına basınca ölüme yol aldığını anlar, altınları da ağzına atar.
Bir süre sonra da jandarmaların kurşunlarıyla canından olacaktır.
Ertesi gün bütün köylü meydana toplanır.
Jandarmalar köylülere Şahan’ı sorarlar.
Kimse sahiplenmez Şahan’ı…
Öz babası bile:
“Tanımıyam. Heç görmemişem.”
Ama bir süre sonra, “karanlığa neredeyse aydınlığın karışacağı” sırada, karakolda oğluna yaklaşabilir.
Sözün ilmiğini yine Bekir Yıldız bağlasın:
“Bütünlüğü zaten yeterince bozulmuş ölüsüne daha fazla eziyet etmeye kıyamıyordu. Bir süre bekledi. Elleri titriyordu. Ayağa kalktı. Eğer oğlu; “Babey, canım yere düşerse altınlar sana emanettir ha! Onları önce ağzımda sonra karnımda aramalısın,” dememiş olsaydı, belki de yürüyüp gidecekti. Gidemedi ama. Aklındaki tüm düşünceleri bir yana dürüp çömeldi. Ve oğlunun çenesini ayırdı…”
Bu, “çalışma fermanları hükümetten mühürlü kaçakçılardan” yalnızca birinin hikâyesidir. “Şahan”ın kimi gün 33 kurşun, kimi gün 35 genç kimliğiyle sınır boylarında gözükmesi de bu nedenledir.
Ey okur, Ahmed Arif’in deyişi ile “sen getir üstünü”…
ŞAİRİN NOT DEFTERİ
*Bir Türk yalanı daha: TV programlarında konuşanların ya da gazete köşelerinde yazanların en dikkate değer övünç göstergesi ne kadar çok e-mail almaları… Sanki Türk halkı işini gücünü bıraktı, o kadar çok okuyor ya da TV seyrediyor ki, hangi konu olursa olsun hemen bilgisayar başına oturup e-mail yağmuruna tutuyor muhataplarını…
*Anadolu’nun kültür birikimine ve sürekliliğine sahip çıkmayı amaçlayan ÇEKÜL, yirminci yılını geride bıraktı. ÇEKÜL, 21. yılını 21 fidan bağışı ile oluşturulacak “ÇEKÜL 21.Yıl Ormanı” ile karşılıyor. Bilgi için tel: 0 212 249 64 64.
*Türkiye’de güncel sanatın önemli adreslerinden “Siemens Sanat” tarafından güncel sanatı ve genç sanatçıları desteklemek amacıyla ilk kez 2007’de gerçekleştirilen “Sınırlar Yörüngeler” yarışmasının altıncısı düzenleniyor. Alan gözetmeksizin tüm lisans ve lisansüstü öğrencilerine açık olan yarışmaya hem bireysel hem de grup çalışmalarıyla katılabilmek mümkün. Genç yetenekleri ve güncel sanatı desteklemek amacıyla düzenlenen yarışmada Sergi Değerlendirme Kurulu, Turan Aksoy, Canan Beykal, Mürteza Fidan, T. Melih Görgün, Dilek Winchester’dan oluşuyor. Ayrıntılı bilgi, www.siemenssanat.com internet sitesinden edinilebilir.
İNADINA ŞİİR
Gittin, rüzgâr öksüz kaldı
uçurum yetim
Rüzgâr da yok artık
uçurum da hayatımda
Rüzgâra öksüz bıraktın
uçuruma yetim beni
05 OCAK 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder