Tevfik Fikret’in “Rübab-ı Şikeste” kitabının
yayınlanışının ilginç bir öyküsü vardır.
Kenan Akyüz, 1947’de çıkan “Tevfik Fikret” kitabında
bu öykünün kapısını şöyle aralamaktadır:
“Avrupa’da olduğu gibi, Servet-i Fünûn’un gittikçe
kabaran mahsullerini, muntazam bir seri halinde bastırmak ve böylece basılacak
eserleri bir araya toplamak fikrini, önce Hüseyin Cahit ortaya attı. Fikret ile
Mehmet Rauf’a açtı. İkisi de heyecanlandılar. Gerçekten, böyle bir teşebbüs ne
kadar güzel olacaktı. Derhal faaliyete geçtiler ve ne yapacaklarını
tasarladılar: Eserleri, o zamanki matbaacılığımızın imkânları göz önünde
tutularak, mümkün mertebe Avrupa’daki baskılara yakın bir nefasette
basılacaktı. Kâğıtların cinsini ve boyutlarını kendileri tayin edeceklerdi.
Kitapların kapları da aynı şekil ve renkte olacaktı. Bu rengi buldular:
Kırmızı. Bunun üstüne yazılar beyaz olarak yazılacaktı. Bu renk, onlarca hem
inkılap, hem de bayrak rengiydi. Eserlerin başına, onları ve mesleklerini izah
eder yolda mukaddimeler yazmaktan vazgeçtiler.”
Sonunda düşünülen yapılır ve ilk yapıt olarak ‘Hayat-ı
Muhayyel’ adıyla Hüseyin Cahit’in hikâyeleri basıldı.
Cahit, kitabından kazandığı parayı Fikret’e borç
olarak verecek, Fikret de o zamana kadar çıkan şiirler arasında bir seçme
yaparak, onları ‘Rübab-ı Şikeste’ adıyla bir araya getirip bastıracaktır.
Fakat Fikret kitapta yer alacak şiirlerini aşırı bir
titizlikle gözden geçirecek, bir türlü beğenmeyecektir. (Ahmet Hamdi Tanpınar da
Yeditepe Yayınları arasında çıkan tek şiir kitabı “Şiirler”in basımı için on
yıla yakın Hüsamettin Bozok’u uğraştıracaktır. Tanpınar da Fikret gibi şiirleri
üzerine abartılı bir titizlik göstermektedir çünkü…)
Sonunda karar verilir. Eserin adı, ‘Rübab-ı Şikeste’
olacaktır. Bu ad, Hüseyin Kâzım’ın Fikret’e armağan ettiği, elinde kırık bir
lir bulunan ufak bir kadın heykelinden alınmıştır. 9 Şubat 1899’da basılması 9
Şubat 1900’da da satışa çıkarılması için izin alınır.
Fakat Fikret, hâlâ buhran ve kuşku içindedir.
Mehmet Rauf ‘Rübab-ı Şikeste’nin çıktığı gün Servet-i
Fünûn’da yazdığı yazıda ruh durumunu şöyle anlatacaktır:
“Ah, Rauf… Onların, şimdi de layıkıyla
anlaşılmamasından korkuyorum. Ah, onları bizzat benim okumam kabil olsaydı.
Vezinlerine, en ufak hususiyetlerine varıncaya kadar belirterek, canlandırarak
bütün okuyuculara okumam kabil olsaydı…”
Kitap satışa sunulurken Servet-i Fünûn’da şu ilan
yayımlanacaktır:
“Edebiyat-ı
Cedide Kütüphânesi
İkinci Kitâb
Rübâb-ı
Şikeste
Rübâb-ı
Şikeste – Âveng-i Tesavir-
Âveng-i Şühûr
– Eski Şeyler.
Tevfik Fikret
beyin eş’arından büyük bir kısmını hâvi olan bu eser, Edebiyât-ı Cedide
Kütüphânesi’nin ikinci kitâbı olmak üzere, bugün idarehânemizde mevki-i
intişâra konuldu.”
Fakat bu kez de Fikret’te başka bir endişe baş
gösterecektir.
Kitabı ilgi görecek, satılacak mı?
Onun bu durumuna katlanamayan Hüseyin Kâzım, hemen bir
Karadeniz vapuruna atlayacak ve vapurun uğradığı her iskelede “Rübab-ı
Şikeste”yi satacaktır.
Bir aya varmadan da kitap tükenmiş olacaktır.
Fikret 1910’da şiirlerini yeniden kitap halinde
toplamak ister.
‘Rübab-ı Şikeste’nin ikinci baskısından sonra, bir bölümü
basılmış, önemli bir bölümü de basılmamış şiirleri de eklemek suretiyle,
‘Rübab-ı Şikeste’nin üçüncü ve bir yıl sonra da dördüncü baskılar çıkacaktır.
Her iki baskının başında da Fikret’in Servet-i Fünûn’da
çıkmış bir fotoğrafı yer alacaktır.
14 EYLÜL 2017, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder