Halit Ziya Uşaklıgil İzmir’den İstanbul’a geldiğinde Babıâli
caddesini görünce düş kırıklığına uğrayacaktır. (Kırk Yıl, İnkılâp Kitabevi)
Cumhuriyet’in ilk yıllarıdır, düşlerini Babıâli’de var olduğunu
sandığı görkemli yayınevleri, kocaman basımevleri süslemiştir.
Babıâli Halit Ziya’ya göre sonu gelmeyen bir kaynaşma içinde, alay
alay şairleri, edebiyatçıları, yazarları çalkalayan bir mahşer yeridir.
Fakat düş kırıklığına uğrayacaktır.
Gerçekte gördüğü ise Babıâli’de bir işkembecinin ya da bir kasabın
yanında üç beş dağınık kitapçının pısırık, zamanlarını nasıl geçireceklerini
bilmeyen şaşkın, kararsız, yollarını yitirmiş gençlerdir.
Bir de yaşama koşullarından dolayı sırtlarına temiz bir giysi
alamayacak kadar yoksul olduklarından, sonunda bir Ermeni basımevi sahibinin
baskı provalarını düzeltmek yoluyla akşamın rakısını sağlamaya çalışan
yaşlılar…
Babıâli caddesi baştan başa Karabet, Kaspar, Aleksan ve hepsinden
önemlisi Arakellerle doludur.
Caddeyi her çıkışında havasını içine çekecektir, ciğerleri bir
zindanda hava bulamamış bir tutuklu gibi…
Ve bir gün Halit Ziya’yı Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-Hakikat
gazetesine götürürler. Halit Ziya, gazetenin edebiyat bölümünü yöneten ve Ahmet
Mithat’ın damadı Muallim Naci’nin odasına girer. Bu, dar bir merdivenden
çıkılan, duvarları kirli, perdesiz, döşemesiz, çıplak ve pis bir odacıktır.
Sevgili okur, şimdi Divanyolu’ndan Sirkeci’ye bir çakıl taşı
yuvarlayalım, bakalım hangi kitabevi kapasının zilini çalacaktır?
Örneğin “Mektep” dergisinin Babıâli yokuşunda bir yüksek yapının
küçük bir odasında yuvası vardır. Bu yuvada dört kırık iskemle ile bir masa,
köşede derginin yığın yığın satılmamış sayıları bulunmaktadır.
Halit Ziya bu odada Hüseyin Siret’i tanıyacak, o da Halit Ziya’yı
Tevfik Fikret ile tanıştıracaktır.
Halit Ziya’nın gençlik yıllarında Babıâli’de kitapçılar aynı
zamanda tütüncülük, tömbekicilik gibi işler de yaparlardı. (Ömer Seyfettin’in
hikâyelerini bir zarfa koyup, zarfı da beş lira karşılığında isteyenin alması
bir tütüncünün büfesinin yanındaki posta kutusuna koyduğunu unutmayalım.)
Yalnız kitapçılıkla hayatını kazanan ilk kitapçı, Türkiye’nin ilk
editörü Ermeni Arakel Efendi’dir.
Kitapçı Arakel Tozluyan’ın (?-1912) hayatı hakkında pek ayrıntılı
bilgi bulunmuyor. Kayseri doğumlu olduğu ve gazete-dergi dağıtıcılığı yaptığı
bilinmektedir.
Kitapçı dükkânını 1875 yılında kurdu; kendine ait matbaası da 1898
yılında çalışmaya başladı. Kitapçı Arakel’in sürekli çalıştığı yazarlar arasında
dönemin önemli edipleri Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Rasim ve devrin önemli
dergisi Servet-i Fünun’un sahibi Ali İhsan Tokgöz de vardır.
Halit Ziya, Arakel Efendi’den “Kırk Yıl” isimli hatıralarında “zamanın
en yetenekli ve en cesur yayıncısı” olarak söz eder. Arakel Efendi, Muallim
Naci ile kendisinin birlikte hazırladığı “Tâlim-i Kıraat” adlı kitabının 36.
baskısını Sirkeci’de Musullu Hanı’ndaki matbaasında gerçekleştirdikten sonra
1912 Nisan’ında vefat edecektir.
Arakel Efendi’nin bir özelliği yazarlarına karşı hasis olmamasıdır.
(Nerede şimdi böyle yayıncılar?) Örneğin Ahmet İhsan, Arakel Efendi için
çevirdiği Jules Verne’in kitaplarından aldığı çeviri paralarıyla ilk matbaasını
kurmak olanağını bulur.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Edebiyat Hatıraları” isimli yapıtında da
Arakel Efendi ile ilgili ilginç bir anı vardır. Hüseyin Cahit, çok genç
yaşlarında yazdığı ve çok başarılı olduğunu sandığı ve sonra “Nadide “ ismiyle
yayımladığı romanını Ahmet Mithat Efendi’nin bir beğeni mektubuyla Kitapçı
Arakel’e götürdüğünü, ama ünlü yayıncının beğeni yazısını bile okumaya gerek
duymadan gayet soğuk bir davranışla kendisini kapı dışarı ettiğini anlattıktan
sonra “Bir fatih edasıyla girdiğim dükkândan nefret ve galeyan ile ayrıldım”
diyecektir.
21 EYLÜL 2017, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder