Bugün adı unutulmuş yazarlar künyesinde kayıtlı
bulunan Kemalettin Şükrü, 1930’lu,
1940’lı yıllarda özellikle tarihi konuları ele aldığı romanlarıyla çok okunan
bir yazardır.
40’lı yılların önemli gazetecilerinden Yekta Ragıp
Önen’in Günvar Otmanbölük’e anlattığına göre zamanın “Son Posta” gazetesinde
Kemalettin Şükrü’nün denizle ilgili bir romanı yayımlanmaktadır. (Babıâli’nin
Yarım Asırlıkları.)
Kemalettin Şükrü, romanının parasını haftalık olarak
almakta ve ardından Romanya’ya geziye gitmektedir.
Romanya’da kalması uzun sürdüğü zaman da eldeki
tefrika tükenecek ve gazeteye “Yazar rahatsızlandı, bu nedenle tefrikaya devam
edemiyoruz” benzeri özürler konulacaktır.
Zamanla bu özürler çoğalır olmuştur.
Ve bir gün Kemalettin Şükrü, Romanya’dan döner.
Gazete yönetimi karar almıştır: Romanının geri kalan
bölümünü gazetede yazacaktır.
“Son Saat”in sahibi Selim Ragıp Emeç, Kemalettin
Şükrü’yü dar bir yokuşa bakan muhasebe odasına götürecek ve şöyle diyecektir:
“Romanını burada yazıp tamamlayacaksın. Dışarı çıkmak
yasak. Sana pencereden, demir parmaklıklar arasından yemeğin verilecek, çay ve
kahven uzatılacaktır. Paranı da tam alıp mahpusluktan kurtulacaksın.”
Kemalettin Şükrü, orada ne kadar kaldı bilinmez.
Ama romanını tamamlayacak, bir gün sonra da tefrikanın
bittiği ilan edilecektir.
Bu kez de okurlar gazeteyi telefonla soru yağmuruna
tutacaktır:
“Yahu, yanan kalyondan dört denizci kayığa bindi,
sahile üçü çıktı. Dördüncü denizci nerede? Denize düşüp boğuldu mu, yoksa yüzerek
sahile mi ulaştı.”
O yılların labirentinde yarım kalmış bir romanın
kapağında da Peyami Safa’nın adı bulunmaktadır.
Peyami Safa “Haber” gazetesinde hem “Vecizeler”
başlığı altında günlük yazılar yazmakta, hem de bir romanı tefrika
edilmektedir.
Yazılarının parasını zamanında alamayınca da
yazılarını ve tefrikasını keserek gazeteden ayrılacaktır.
Yarım kalan romanı ise Rasim Us tamamlayacaktır.
Yine o yıllarda Nizamettin Nazif, bir romanında koca
bir yılanı kar üzerinde dolaştırmıştır.
Üstat, “Olmaz!” diyenlere “Siz yılanı bulup aksini
kanıtlayın!” diyecektir.
Zaman yine 1940’lı yılların başı…
Samim Kocagöz, Ahmet Halit Kitabevi ile bir şiir
antolojisi üzerinde anlaşır. Ahmet Halit, Kocagöz’ün ilk öykü kitabı “Telli
Kavak”ı yayımlamıştır.
Kocagöz, antolojiyi Salâh Birsel ile hazırlamayı
düşünmektedir.
Sonunda işin bütün yükü Salâh Beye kalacak ve
hazırladığı antolojiyi Kocagöz’le birlikte Ahmet Halit’e götüreceklerdir.
Fakat Ahmet Halit, eski şairlerin neden yere
vurulduğunu, genç şairlerin ise neden göklere çıkarıldığını anlamayacak, bir de
bizzat tanıdığı Rıfat Ilgaz’ın fotoğrafını görünce antolojiyi yayımlamaktan
vazgeçecektir.
İki yazar da antolojiyi hazırlamaya başlarken 25 lira
avans almıştır. Antoloji basılınca 25 lira daha alacaklardır.
Ama 25 liranın karşılığı olarak birer bardak soğuk su
içeceklerdir.
Bu arada Salâh Bey, Ahmet Halit Kitabevi’nin ak kâğıt
üzerine bir fotografisini de çıkarır: (Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu.)
Kitabevi’nin üst katında kimse oturmaz. Odalardan biri
Ahmet Halit’in özel kitaplığıdır. Odada adım atacak yer yoktur. Raflar
kitapları almadığı için döşeme de kitaplarla doldurulmuştur.
Ahmet Halit, odasıyla şöyle böbürlenecektir:
“Ben İsmail Habib’i bu odaya kapattım. Üstüne de kilit
vurup ‘Türk Teceddüt Edebiyatı’nı yazdırdım.”
*
Salâh Birsel, Sabahattin Kudret Aksal, Orhan Hançerlioğlu ve
Oktay Akbal iki gecedir rakı fıçılarına dalıp dalıp çıkmaktadırlar.
Eski günlerden, eski tanıdıklardan söz açarlar.
Aksal, Hançerlioğlu ve Akbal, Birsel’in “Kahveler” çalışmasını
merak etmektedirler.
Çoğunda Birsel’in de olduğu birkaç anı anlatırlar. Bir
olayın çeşitli kişilerin belleklerinde yer ediş biçimlerinin kimi zaman
ayrılıklar göstermesi üzerinde dururlar.
Orhan Hançerlioğlu, Oktay Akbal’ın bütün kitaplarının
adlarını beğendiğini söyler: “Önce Ekmekler Bozuldu ne güzel ad.”
Sabahattin Kudret ekler: “Tarzan Öldü de çok güzel.”
Söz dönüp dolaşıp edebiyat tarihlerine gelince, Sâlah
Birsel, “Kendi edebiyat tarihini kendin yazacaksın. Yoksa hapı yutarsın.”
diyecektir.
22 HAZİRAN 2017, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder