Yıl 1984. Genç bir hekimin mecburi hizmet için gittiği
kasabada altıncı ayıdır. Hunharca bir cinayet işlenmiştir. İki katil zanlısı,
cesedi kasabadan uzak bir yere gömmüş, ortadan kaybolmuşlardır.
Zanlılar iki gün içinde yakalanır ve suçlarını itiraf
ederler.
O gün, hükümet tabibi olarak genç hekim, komiser,
savcı, öteki görevliler ve katiller, “cesedi bulmak” için başlayan ve sabaha
kadar süren tuhaf bir yolculuk yapacaklardır.
Ama olay burada bitmiyor.
Bu yolculuğun hikâyesi yirmi beş yıl sonra Nuri Bilge
Ceylan’ın yönettiği “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminin omurgasını
oluşturacaktır.
80’li yılların genç hekimi, bugünün “genç” yazarı
Ercan Kesal’dan başkası değildir.
Kesal, Enis Rıza ile ortak prodüksiyonu “Zamanın
İzinde” (Ayrıntı Yayınları) çalışması ile yine tiryaki okurlarının “hayranlık
kapısı”nı çalıyor.
Neler mi var bu kapının ardında?
Kesal’ın bilgisayarının tuşlarından dökülen 70 yazı,
Enis Rıza’nın Tarih Vakfı’ndan Getty Images’e birçok kurum ve kişinin kişisel
arşivinden (elbet kendi arşivi de dahil) derlediği 142 fotoğraf…
Bir başka deyişle “zaman”ın 1900’lü yıllardan günümüze
izdüşümü…
Kesal’ın “Zamanın İzinde” anlattıkları, hikâyenin
ötesinde birlikte yaşadığımız bir kuşağın da ömrü aynı zamanda...
Kesal, bir yazısının fotografisini çekerken
fotografinin “arab”ını kişisel anıları yanında, (Bak, Edebiyat ile Gazozun
İlişkisi) geçmişte yaşananları günümüz olaylarıyla harmanlıyor, okurunun
hafızasını “billur su” misali bilgilerle de donatıyor.
Örnek: Türk sinemasının başlangıç tarihi, Fuat
Uzkınay’ın 1914’de çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesi”nin Yıkılışı’ yerine,
Maniki Kardeşler’in (Yanaki ve Milton) çektiği filmin (Yün Eğiren Kadınlar)
tarihi olan 1905 olarak düzeltilmeli!
Örnek: Sait Faik’in doktoru, hikâyeci Fikret Ürgüp’ün
eşi Mahipeyker Hanım, Enver Paşa’nın büyük kızıdır.
Örnek: Apollon’un kızı Hygia Hekimlik Tanrıçasıdır ve
beş köşeli yıldızla temsil edilir. Beş köşeli yıldız eski Mısır’da mevsimlerin
sembölüdür.
Kesal’ın en önemli özelliği de iyi bir anlatıcı
olması. Yazdıkları da bu yüzden çok doğal, açık ve aydınlık. Yazının çetrefilli
labirentlerinde dolaşmıyor. Büyüsü de buradan kaynaklanıyor. Gerçekten billur
su…
“Zamanın
İzinde” aynı zamanda “canına okunmuş bir gençliğin ortak hatıratı” olarak da okunabilir.
Bu “hatırat”ın çerçevesi içinde kimler yok ki: Mahir
Çayan, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin Cevahir, Deniz Gezmiş, Ulaş
Bardakçı… Cemal Süreya, Ergin Günçe, Ahmet Erhan, Behçet Aysan… Abdullah
Baştürk, Behice Boran, Mehdi Zana, Yılmaz Güney…
Erdal Eren başta olmak üzere 12 Eylül’ün kıyımına
uğramış bir genç kuşak…
Ve adları devrim tarihinde yazılı daha niceleri…
Üniversitede okurken faşistlerin kurşunladığı Battal
Mehetoğlu’nun cenazesine Beyazıt’tan Sirkeci’ye ben de omuz vermiştim. O sırada
Cumhuriyet gazetesinden fotoğrafçı Tülay Divitçioğlu’nun objektifinde hâlâ
yaşayan Mehetoğlu’nun annesinin çarşafla kuşatılmış yüzünü nasıl unutabilirim.
Ey okur, Ercan Kesal birazdan anılara yağmur
yağacağını haber veriyor. Islanmamak için hemen Yaşar Kemal paltosunun altına
sığın, bak neler göreceksin.
“Kanun Namına” filmiyle sokağı sinemaya taşıyan
Ö.Lütfi Akad, yeni konular arayarak Erman Film adına filmler çekmektedir.
Bir gün Yaşar Kemal ile karşılaşır, işe yarar bir
şeyler yazıp yazmadığını sorar.
Yaşar Kemal bir Çukurova hikâyesi yazdığından söz
eder.
Bir süre sonra da Hürrem Erman, ofisinde Şeref Gür (en
güzel abimizdir) ve Lütfi Akad’la birlikte Yaşar Kemal’den bu hikâyeyi
dinleyecek ve çok etkilenecektir.
Yaşar Kemal’den hemen bu hikâyenin senaryosunu
yazmasını ister ve o zamana göre yüksek bir ücret önerir.
Yaşar Kemal de hemen paltosunun cebinden anlattığı
hikâyenin senaryosunu Erman’ın masasının üzerine koyacaktır.
Bunun üzerine Hürrem Erman hem çok şaşıracak, hem de
çok para ödediği için bozulacaktır.
Sonrasını Lütfi Akad şöyle anlatacaktır:
“Bundan sonraki karşılaşmalarında Yaşar, senaryo
olabilecek ilginç bir hikâye anlattığında, Hürrem Bey pazarlığı yapmazdan
evvel, iyice emin olmak için Yaşar’ın paltosunun ceplerini kontrol edecektir.”
*
Kesal, “Zamanın İzinde” yol alırken Neyzen Tevfik’in
bir özelliğinin de kapısını aralıyor: Kesal, bir eski kitapta Neyzen’i görünce
kırlangıca benzetir. Meğer Neyzen da kendisini kırlangıca benzetirmiş… Bir sohbetinde
“Ben bir kırlangıç gibi yaşadım hayatımı diyecektir.
(Ey okur, şimdi dur, biraz nefes al. Bu yazının
patikasında daha epey bir yolun var. Ben de bir söylenceyi sıkıştırayım
“zaman”ın aralığına.)
Bir Lokman Hekim söylencesi şöyledir:
Lokman Hekim'e kaç yıl yaşayacağını kendisinin
saptaması istenir. Lokman Hekim de uzun yaşayan kartalın uc uca yaşam süresini
düşünerek, yedi kartalın yaşam süresi kadar yaşam diler. Kartalın yaşam süresi
80 yıl kabul edilmiştir. Bu, yedi ile çarpılınca 560 eder ve Lokman Hekim de
560 yıl yaşamıştır.
“Sevda Sözleri”nin şairi Cemal Süreya da Lokman
Hekim'i çok severdi. Ama Lokman gibi, kartalı değil de, dokuz yıl yaşayan
kırlangıcı düşünürdü. Kartal misali kırlangıç da düşünülürse yedi kırlangıcın
süresi altmış üç yıl eder. Bu sırada “Kehanet 1985” şiirini yazacaktır:
“Lokman şair senin hayatın
Yedi kırlangıcın hayatı kadar
Altısını ardı ardına yaşadın
Bir kırlangıcın daha var.”
Fakat şair, yedinci kırlangıcın hayatını yaşayamadan
59 yaşında aramızdan ayrılacaktı.
13 NİSAN 2017, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder