12 Ocak 2017 Perşembe

BABIÂLİ’NİN DELİ “NİZAM”I...

Lisede okurken mesleki düşlerim arasında gazeteciliğin yeri yoktu, o yıllarda ilk şiirlerim İzmir’de yayımlanan Yeni Asır, Ege Ekspres, Sabah Postası gibi gazetelerde çıktığı için mutfaklarını görsem de...
Öğretmen olmak için geldiğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okurken, 1967 yılında bir tesadüf sonucu kendimi Yeni İstanbul gazetesinde musahhih (düzeltmen) olarak buldum.
O yıllarda şimdinin bilgisayarı gibi, Osmanlıca eski yazı bilmek, düzeltmenlik için bir ayrıcalıktı. Çünkü Ulunay, Burhan Felek, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Mithat Sertoğlu gibi kimi eski kuşak yazarları, Latin alfabesi yanında eski yazıyı da kullanıyordu.
Yeni İstanbul, 1950-1960 arasında Habib Edip Törehan’ın çıkardığı bir gazete idi. Bütün gazeteler Cağaloğlu’nda çıkarken onun idare yeri Şişhane’de, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın karşı köşesinde idi. Kendisini öteki gazetelerden ayıran bir özelliği de mavi başlıkla çıkmasıydı. Eskiler, matbaasının temizliğini anlatırken “Bal dök, yala” derlerdi.
Törehan, 27 Mayıs’tan sonra gazetesini satıyor ve Babıâli’den çekiliyor. Milliyetçi-muhafazakâr bir çizgi sürdüren gazetede bir süre Ali Fuat Başgil başyazarlık yapıyor. Sonraları Kemal Uzan’ın aldığı gazeteyi, benim işe başladığım günlerde, kardeşi olduğu söylenen Dr. Yavuz Uzan yönetiyordu.
Yeni İstanbul, Babıâli tarihinde belki de en büyük ve en çok gazeteci transferinin yapıldığı bir gazete idi. O yıllarda Babıâli’nin içini boşalttığı söylenir. Ünlü-ünsüz, yolu Babıâli’ye düşen hemen her gazetecinin yolu Yeni İstanbul mecrasından geçmiştir denebilir.
Nizamettin Nazif de Yeni İstanbul’da tanıdığım, oldukça ilginç gazetecilerden biriydi. Yaşamı, efsaneler ile örülüydü. 1930’lu yıllarda yazdığı ve o yılların best-selleri sayılan “Kara Davud” romanıyla övünür, 13 kez evlendiği söylenirdi.
Makalesinde bir sözcük yanlış çıkmışsa düzeltmenlerin odasına gelerek, “Kim gene benim yazının ırzına geçti” diye gürler, saman alevini andıran kızgınlığının ardından çaycıyı çağırarak “Bugün, bu çocuklar ne içerse hepsini bana yaz” der ve neşeyle odadan çıkardı.
Nizamettin Nazif, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Cumhuriyet’in muhabiridir. Almanlar, Yunanistan’a girmiştir. Nazif Bey rakısını, mezesini alarak Büyükada’ya yerleşir. 15-20 gün ortalıkta görünmez, ama kulağı radyodadır. Akşamları radyoyu dinleyecek, ertesi gün de “Nizamettin Nazif, cepheden, savaş alanından bildiriyor” diye haberini yazacaktır.
Kendi adına gazeteler de çıkarmıştır. Yine böyle gazete çıkardığı bir gün, sermürettip ikide bir gelerek “Beyefendi başyazınız nerede?” diye sormaya başlar. Sıkılan Nizamettin Nazif, birden “Kapattım ulan gazeteyi, yazı da yazmıyorum” der ve gerçekten de kapatır gazetesini.

Arkadaşları arasında “Deli Nizam” adıyla bilinen Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun gazetecilik maceraları ciltler tutacak boyuttadır.
Bulgar Kralı Türkiye’ye gelmiştir.
Kral’ın Dolmabahçe rıhtımında karaya çıkmasını zamanın usta gazetecileri gibi, Nizamettin Nazif de beklemektedir.
Fakat beklenen Kral gelmez.
Nizamettin Nazif de bu olaya kızar ve bir meyhaneye gidip iyice kafayı çektikten sonra Kral’ın ağzından Türk-Bulgar ilişkilerine ilişkin “hayali” bir demeç yazar.
Demecini, fazla beklemeden hemen çalıştığı gazeteye götürür.
Yazı işleri sekreteri Nizamettin Nazif’in sarhoş olduğunu görünce kuşkulanır ve küçük bir araştırma yapar.
Bulgar Başkonsolosluğu, Kral’ın hiçbir gazeteciye demeç vermediğini bildirmiştir.
Böylece Nizamettin Nazif’in “hayali” demeci de gazetede yayımlanmaz ve ertesi gün sorguya çekilir.
Şöyle diyecektir olanca gür sesiyle:
“O Kral, Türk-Bulgar ilişkilerini bu kadar özlü anlatabildiğim için bana madalya vermeliydi, yalanlamaya hiç gerek yoktu!”
Niyazi Acun anlatıyor:
Nizamettin Nazif’in çalıştığı Akşam gazetesindeki yeri pek sağlam, değildir. Çünkü gazetenin ortaklarından Ali Naci Karacan, “durmadan para istediği” için ondan şikâyetçidir.
Esaslı bir para koparmadan ayrılmak istemeyen Nizamettin Nazif, bir gün eski Tarabya Otelinden telefon ederek gazetenin sahibi Necmettin Sadak’ı bulur ve ona:
“Aman hoca” der, “dünyayı yerinden oynatacak bir haberim var. Amerikan Maliye Nâzırı, takma isim altından Rusya’ya gidiyor. Rusya'nın iktisadi durumunu inceleyecek. Ben burada adamı yakaladım. Yanımdaki masada oturuyor. Acele bir fotoğrafçı gönder.”
O günlerde gazeteciliğe yeni başlayan Faik Şenol’u gönderirler. Nizamettin, oradaki turistlerden bir yabancı dergi bulmuştur.
Amerika’nın Maliye Bakanı’na benzer bir adamın yanına oturur ve birlikte resim çektirirler. Sonra da gerekli yazıyı uydurarak 500 lira ister, ama 25 lirada anlaşırlar.
Parayı koparan Nizamettin Nazif, hemen Yunus Nadi’ye gide­cek ve olanları anlatacaktır.
Ve yazdığı haber Akşam’da değil, Cumhuriyet’te yayımlanacaktır. (Günvar Otmanbölük, Babıâli’nin Yarım Asırlıkları)
Yekta Ragıp Önen anlatıyor:
Nizamettin Nazif, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin davetlisi olarak İran’a gidecektir. Hakkı Tarık Us’a “Vakit” gazetesinde dört yazı yazacağını söyleyerek 20 lira alır. Ama dönüşünde bir yazı verecektir. İkincisini getirdiğinde, Önen’e acele etmesi tembihinde bulunur. Yazısının başlığı “Leşker-i İraniyan (İran Askeri) Geçerken”dir.
Birkaç saat sonra Önen’e telefon edecek ve siyasi bir sorun yüzünden yazıyı ancak üç gün sonra yayımlaması söyleyecektir.
Önen, isteğini yerine getirir.
Fakat ertesi gün aynı yazı, aynı başlıkla Akşam gazetesinde de çıkacaktır.
Mithat Sertoğlu anlatıyor:
Vâlâ Nureddin ve Nizamettin Nazif, ortak bir gazete çıkarmaya karar vermişlerdir. Önce “Bir Gün” başlığı altında bir sayı hazırlarlar. Bir hafta sonra vazgeçip “Bugün”e dönerler. Bir hafta sonra da “Hergün” gazetesini piyasaya süreceklerdir.
Cumhuriyetin 10. yılıdır ve gazete çıkarmak için büyük bir sermayeye gerek yoktur. Kâğıt parasını denkleştirdikten ve ufak bir idarehane ayarladıktan sonra gerisi kolaydır. Nasılsa dizgi ve baskı işlerini yapacak bir matbaa da bulunabilir. Çalışanlara ödenecek para ise, işçi haklarını güvenceye alacak yasa ve uygulamalar bulunmadığından, işveren için sorun değildir.
(Mithat Sertoğlu da Babıâli’ye bu gazetede adımını atacak ve musahhih olarak çalışmaya başlayacaktır.)
Fakat bir yıl geçmeden Vâlâ Nureddin-Nizameddin Nazif ortaklığı bozulacaktır. Aralarında neler geçtiğini kimse bilmiyordur, ama Vâlâ Nureddin’in şu sözü kopan kavganın şiddetini göstermeye yetecektir:
“Bu adamın adında bulunan üç şey, kendisinde yoktur. Nizam, Nezafet ve Din...”

05 OCAK 2017, BirGün

Hiç yorum yok: