22 Eylül 2016 Perşembe

HİLESİZ KUMAR MI OLUR?

Abdülhamit’in jurnalcilerinden biri de “Malumat” gazetesinin sahibi Baba Tahir’dir.
Zaman zaman arkadaşlarını da jurnalleyen Baba Tahir, bir gün kumarhaneleri haraca bağlamak amacıyla kumarbazları gammazlayacak, jurnalinin altına da Ahmet Rasim’in imzasını atacaktır.
Fakat bunu öğrenen Tırnakçı Rifat, Kumaş Faik, Çerkez Hurşit gibi zamanın kumarbazları, canını almak için Ahmet Rasim’i İstanbul’da köşe bucak aramaya çıkarlar.
Salâh Birsel, “Amerikalı Tolstoy” başlıklı denemesinde, bundan sonra Ahmet Rasim’in hafiyeler ile macerasını şöyle dökecektir sözcüklerin ambarına:
“Bu olaydan sonra hafiyeler Ahmet Rasim’in ardını bırakmaz olurlar. O nereye, onlardan ikisi, üçü de oraya. ‘Şehir Mektupçusu’ onların kötülüğünden kurtulmak için her gün, sabahın köründe meyhaneye, küp dibine damlar. Önünde bir kadeh rakı, akşamı eder. Hafiyeler gelir, kapıyı aralarlar, birilerini arıyormuşçasına içeri bakarlar. Ahmet Rasim’i demleniyor sanarak giderler. Sonunda Ahmet Rasim’in gece gündüz rakıdan baş kaldırmayan bir ayyaş olduğuna vararak Yıldız’a o yolda jurnal sunarlar. Nedir, ‘Şehir Mektupçusu’, bir gün bu hafiyelere şaşırtmaca da verir. Galata rıhtımında kendisini izleyen görevlilerin önünde, iskeleye yeni yanaşan bir çifteye atlar, pazarlık mazarlık etmeden oradan uzaklaşır. Hafiyeler de ne yapacaklarını şaşırırlar.”
Salâh Birsel, “Kahveler Kitabı”nda ise Sait Faik’in gençliği ile ilgili bir kumar olayını anlatır:
“Şerif Hulusi, Şehzadebaşı’nda bulunan bir “Halk Kıraathane”sinden söz eder.
Uzun, karşılıklı iki duvarı aynalı olan kıraathanenin peykelerinde oturanlar kendilerini her gün aynada seyreder, her gün biraz daha eridikleri kuruntusuna kapılırlarmış...
Dört, beş basamakla çıkılan sofanın sağında kahve ocağı, solunda ayakyolu, ortasında büyük bir briç masası vardır.
Briç masasında operetçi Muhlis Sabahattin başı çeker...
Bir kış günü pokerci Abdullah Bey, yanında uzun boylu bir gençle gelir.
Bu genç, Sait Faik’tir.
Az sonra Şekip Tunç’un kardeşi Münip Bey de damlar kahveye.
Pencere yanındaki bir masada dört kişi pokere otururlar.
Şerif Hulusi oynamaz.
Ama Sait’in yanında onları seyretmektedir.
İyi kâğıt geldiği vakit Sait gizlice Şerif Hulusi’nin bacağını çimdikler.
Sait hem poker oynamakta, hem de arada bir cebinden bir stafilina (bir çeşit rakı) şişesi çıkarıp dikmektedir.
O akşam Sait çok ütülür.
Bir ara Şerif Hulusi’nin kulağına:
“O yandaki hergele ile öteki, kâğıt düzüyorlar!”
Turlara gelindiğinde Sait adamakıllı içeri girmiştir.
Bir ara şöyle bir kıpırdanır.
Münip Beyin bileğini yakalar, sonra da suratına da tokatı şaplatır:
“Seni eşşoğlu eşşek! Kâğıt düzmek ha!”
Sait bir yumruk daha atar.
Tokat üzerine ayağa kalkmış olan Münip Bey yeniden iskemlesine yıkılır.
Kahvede bir suskunluk.
Sait yaptığından utanmıştır.
Dağılan saçlarını düzelttikten sonra sofaya doğru ağır ağır ilerler.
Muhlis Sabahattin’in önünden geçerken selam verir, kendisini özürlü göstermek için de:
“Onun yaptığını size yapsalar yutar mıydınız?”
Muhlis Sabahattin elindeki kâğıtları masanın üstüne bırakmıştır.
Öfkesi nedeniyle gözünden düşen monoklunu yeniden sol gözüne yerleştirir:
“Ulan hıyar, hilesiz kumar olur mu?”
Sonra masaya bıraktığı kâğıtları yeniden alır, sağ eliyle dayandığı bastonunu iki kez yere vurur:
“Pas!”
1930 yıllarıdır bu...”

22 EYLÜL 2016, BirGün


Hiç yorum yok: