Abdülhamit’in
jurnalcilerinden biri de “Malumat” gazetesinin sahibi Baba Tahir’dir.
Zaman zaman
arkadaşlarını da jurnalleyen Baba Tahir, bir gün kumarhaneleri haraca bağlamak
amacıyla kumarbazları gammazlayacak, jurnalinin altına da Ahmet Rasim’in
imzasını atacaktır.
Fakat bunu
öğrenen Tırnakçı Rifat, Kumaş Faik, Çerkez Hurşit gibi zamanın kumarbazları,
canını almak için Ahmet Rasim’i İstanbul’da köşe bucak aramaya çıkarlar.
Salâh Birsel,
“Amerikalı Tolstoy” başlıklı denemesinde, bundan sonra Ahmet Rasim’in hafiyeler
ile macerasını şöyle dökecektir sözcüklerin ambarına:
“Bu olaydan
sonra hafiyeler Ahmet Rasim’in ardını bırakmaz olurlar. O nereye, onlardan
ikisi, üçü de oraya. ‘Şehir Mektupçusu’ onların kötülüğünden kurtulmak için her
gün, sabahın köründe meyhaneye, küp dibine damlar. Önünde bir kadeh rakı,
akşamı eder. Hafiyeler gelir, kapıyı aralarlar, birilerini arıyormuşçasına
içeri bakarlar. Ahmet Rasim’i demleniyor sanarak giderler. Sonunda Ahmet
Rasim’in gece gündüz rakıdan baş kaldırmayan bir ayyaş olduğuna vararak
Yıldız’a o yolda jurnal sunarlar. Nedir, ‘Şehir Mektupçusu’, bir gün bu
hafiyelere şaşırtmaca da verir. Galata rıhtımında kendisini izleyen
görevlilerin önünde, iskeleye yeni yanaşan bir çifteye atlar, pazarlık mazarlık
etmeden oradan uzaklaşır. Hafiyeler de ne yapacaklarını şaşırırlar.”
Salâh Birsel,
“Kahveler Kitabı”nda ise Sait Faik’in gençliği ile ilgili bir kumar olayını
anlatır:
“Şerif
Hulusi, Şehzadebaşı’nda bulunan bir “Halk Kıraathane”sinden söz eder.
Uzun,
karşılıklı iki duvarı aynalı olan kıraathanenin peykelerinde oturanlar
kendilerini her gün aynada seyreder, her gün biraz daha eridikleri kuruntusuna
kapılırlarmış...
Dört, beş
basamakla çıkılan sofanın sağında kahve ocağı, solunda ayakyolu, ortasında
büyük bir briç masası vardır.
Briç
masasında operetçi Muhlis Sabahattin başı çeker...
Bir kış günü
pokerci Abdullah Bey, yanında uzun boylu bir gençle gelir.
Bu genç, Sait
Faik’tir.
Az sonra
Şekip Tunç’un kardeşi Münip Bey de damlar kahveye.
Pencere
yanındaki bir masada dört kişi pokere otururlar.
Şerif Hulusi
oynamaz.
Ama Sait’in
yanında onları seyretmektedir.
İyi kâğıt
geldiği vakit Sait gizlice Şerif Hulusi’nin bacağını çimdikler.
Sait hem
poker oynamakta, hem de arada bir cebinden bir stafilina (bir çeşit rakı)
şişesi çıkarıp dikmektedir.
O akşam Sait
çok ütülür.
Bir ara Şerif
Hulusi’nin kulağına:
“O yandaki
hergele ile öteki, kâğıt düzüyorlar!”
Turlara
gelindiğinde Sait adamakıllı içeri girmiştir.
Bir ara şöyle
bir kıpırdanır.
Münip Beyin
bileğini yakalar, sonra da suratına da tokatı şaplatır:
“Seni eşşoğlu
eşşek! Kâğıt düzmek ha!”
Sait bir
yumruk daha atar.
Tokat üzerine
ayağa kalkmış olan Münip Bey yeniden iskemlesine yıkılır.
Kahvede bir
suskunluk.
Sait
yaptığından utanmıştır.
Dağılan
saçlarını düzelttikten sonra sofaya doğru ağır ağır ilerler.
Muhlis
Sabahattin’in önünden geçerken selam verir, kendisini özürlü göstermek için de:
“Onun
yaptığını size yapsalar yutar mıydınız?”
Muhlis
Sabahattin elindeki kâğıtları masanın üstüne bırakmıştır.
Öfkesi
nedeniyle gözünden düşen monoklunu yeniden sol gözüne yerleştirir:
“Ulan hıyar,
hilesiz kumar olur mu?”
Sonra masaya
bıraktığı kâğıtları yeniden alır, sağ eliyle dayandığı bastonunu iki kez yere
vurur:
“Pas!”
1930
yıllarıdır bu...”
22 EYLÜL 2016, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder