Abdülhak Şinasi Hisar, yakın dostu Ahmet Haşim’in
yaşamı ve şiirini anlatırken şairin “aşk ve evlilik bunalımı”ndan söz eder, daha
ilkokulda evinin penceresinden gördüğü kız çocuklarına âşık olduğunu, bütün
zamanını bu aşk ile yaşadığını belirtir.
Haşim’in Meşrutiyet (1908)
ilanından hemen sonra yazdığı “Evim” başlıklı şiirinde “Sevimli ev... Bugün
altında aşkı bekliyorum / O pembe tıfl-ı melekçehre nerededir? diyorum...”
mısraları da bir evlilik yapıp çocuk sahibi olmasına yorumlanmıştır.
Hisar’ın belirttiği gibi
Haşim, kendisini çirkin gören bir adamdı. Yüzünde herkesin Halep çıbanı sandığı
küçük bir yara izi vardı. Saçlarına zamanından önce ak düşmüştü, bu nedenle
kendisini herkesten daha yaşlı hissediyordu.
Haşim’in evlilik girişimleri
de oldukça ilginçtir.
Mesela, İstanbul’da genç ve
güzel bir hanımla tanışır. Evlenmeye karar verirler ve Haşim kızı ailesinden
istemeye gider.
Genç kız evin üst katında
Haşim’i beklemektedir. Bir ara alt katta görülen Haşim ise birden ortadan
kaybolur. Hizmetçiler kapıyı açıp gittiğini söylerler.
Bu davranışını niye yaptığını
sordukları zaman Haşim şöyle yanıtlayacaktır:
“Aşağı katta genç kızın
annesinin ne acuze olduğunu gördüm. Bir kaç yıl sonra kendisinin de ne
olacağını anlayınca korkudan kaçtım!”
Haşim, Düyun-u Umumiye’de
çalışırken (1920 olmalı) bir evlilik girişimi daha sonuçsuz kalacaktır. Oysa
evlilik için her şey hazırdır. Fakat aşkın yangını bir gün, ansızın saman alevi
misali sönüverir. Evliliğin bozulmasının nedeni ise kayınvalidesinin bir gün
Haşim yemeğe giderken yemesi için pişirilmiş ve kâğıda sarılmış bir uskumru
balığını paltosunun yan cebine koymasıdır.
“Afrika aslanı” İlhami Bekir Tez de Haşim’de
“çirkinlik kompleksi” bulunduğunu belirttikten sonra, “Bir zamanların ünlü kişisi, Türk sanat ve yazın
dünyasının yaman dedikoducu şairi” olarak nitelediği Salih Zeki Aktay’dan
duyduklarını şöyle aktaacaktır:
“Ahmet
Haşim'in, bir zamanlar, evlenmek üzere olduğu bir nişanlısı varmış. Günün
birinde bu nişanlıya bir hanım arkadaşı şöyle demiş: “Sen nasıl oluyor da bu
çirkin adamla evleniyorsun?” Bu soruya kız şöyle karşılık vermiş: “Evet çirkin
ama ben onun sanatını seviyorum.”
Bu
konuşma, kadın arkadaşın kocasının aracılığıyla Haşim'e ulaşmış. Çirkinlik
kompleksinin altında ezilmekte olan duygulu şair bakın ne yapmış:
O
hafta, nişanlısıyla karı koca arkadaşlara bir yemek vermiş. Şundan bundan sonra
her çağrılının önüne içinde birer iri midye dolması bulunan tabaklar gelmiş.
Herkesin önünde bir midye... Her biri midyelerinin
kabuklarını açmışlar.
Üzümlü, fıstıklı, çok iri pişmiş
midyeler... Ne var ki Haşim'in nişanlısının
midyesinde
üzümden, fıstıktan ayrı bir şey var; Haşim'in pırıl pırıl,
sapsarı,
altın nişan yüzüğü...”
Nişan
yüzüğünün böylece geri verilmesiyle de evlilikten bir sonuç çıkmayacaktır.
Haşim, 1932 yılında tedavi
amacıyla Almanya’ya giderek Frankfurt’ta bir kliniğe yatar. Burada edindiği
gezi anılarını bir yıl sonra “Frankfurt Seyahatnamesi” adıyla yayımlayacaktır.
Bu sırada karaciğer hastalığı
nükseder, böbreklerinde kireçlenme başlamıştır..
Doktorlar umutsuzdur. Bir süre
hastanede yattıktan sonra evine gönderilir.
O yıllarda Kadıköy Bahariye
caddesinde 87 numaralı Belvü apartmanında oturmaktadır. Asıl adı Zarife Özgünlü
olan, ama Haşim’in Güzin diye çağırdığı bir hanım evde bakımını üstlenir.
Abdülhak Şinasi’nin anlatımına
göre “Zeki ve hassas olduğu söylenen bu hanımla Haşim arasında birtakım mizaç,
zevk, düşünce benzerlikleri” bulunmaktadır. Akrabalarına bu hanımdan söz eden
Haşim, “O, bulunmaz bir kadındır, siz onu bilmezsiniz” diyecektir.
Haşim arkadaşlarının isteği
üzerine, pek de güzel sayılmayan, fakat duygulu ve sevecen bu kadınla 17 Mayıs
1933’te evlenecek, birlikteliklerinin daha ilk ayı dolmadan da 03 Haziran
1933’te aramızdan ayrılacaktır.
Dünya
yüzünde her insanoğlunun evliliği bu minval üzerine yürümüyor.
Üstat
Reşat Ekrem Koçu’nun saptamasına göre 12. Osmanlı
padişahı III. Murat’ın (1546-1595) çeşitli kadınlardan kız ve erkek olmak üzere
102 çocuğu olmuştur. (Hey maşallah, padişaha da bu yakışır. Mübarek sanırsın
gördüğü her kadını hemen nikâh masasına oturtmuş...)
En büyük oğlu, şehzade Mehmet
ise padişah o olur olmaz öbür 19 kardeşini idam ettirecektir.
Bunlardan Mustafa ve Bayezid
on yedi-on sekiz yaşlarında, Osman ve Abdullah on üç-on beş yaşlarında, geri
kalan 15’i de henüz meme çocuğudurlar. Koçu’nun
deyişiyle analarının
bağrından feryat ve figan içinde alınarak cellada verileceklerdir.
31 MART 2016, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder