Haberi gazeteden
alacaksın. “Tarik” gazetesi Türkiye’ye bisikletin ilk gelişini 1885 tarihli
sayısında şöyle bildiriyor: “Mösyö
Tomas Stefans namında Amerikalı bir gezgin bisikletiyle İstanbul, İzmit,
Ankara güzergâhından Yozgat’a doğru yol almaktadır.”
Araştırmacı-yazar Jak
Deleon da bisikletin 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’a geldiğini ve “ehl-i
keyf” tarafından hemen benimsendiği kaydeder.
Deleon’a göre “Şehrin gözde
mesire yerleri olan Kâğıthane, Göksu ve Kuşdili’nde (korna yerine) çan, boru,
düdük çalarak gezinen bisikletliler (Ahmet İhsan Bey’in Servet-i Fünun
dergisinde yazdığı gibi) ‘seyrangâhların manzarasını daha revnaklı’ kılacaktır.”
Reşat Ekrem Koçu ise o
dönemde bisiklete “günlük şehir kıyafeti ile” binilmediğini, jokey kepinin ya
da berenin, avcı ceketinin, golf pantolonun, uzun konçlu spor çorapla iskarpinin
şart olduğunu söyleyecektir.
Benim bisiklet ile
tanışmam çocukluğumla barışık olduğum günlere rast gelir. Daha doğrusu
bisiklet, çocukluğum ile barışmanın en önemli araçlarından biri idi.
Salihli’de okurken
ortaokulun bahçesinde bisikletin çokluğundan oyun yeri kalmazdı. Hemen her
öğrenci, özellikle ünlü İngiliz “Raleigh” marka bisikletiyle okula gelirdi.
Okulun önü bir büyük top
sahası idi. Pazar günleri yapılan maçlar dışında, haftanın diğer günleri
kiralık bisikletlerle bir bayram yerine dönerdi. Hiçbir zaman Koçu’nun söz
ettiği giysilerim olmadı ama, bisiklete binmeyi bu sahada öğrendim.
Şimdi diyeceksiniz ki
nereden çıktı bu bisiklet muhabbeti?
“Haberi gazeteden
alacaksın” dedim ya, geçen hafta sanırım iki bisiklet haberi gözünüzden
kaçmamıştır.
Birincisi, Konya’da 15
yaşında bir çocuğun babasının ürettiği pancarın değerinden düşük fiyata
satıldığı için kooperatif başkanına facebook’tan hakaret ettiği gerekçesiyle
yargıç karşısına çıkması… Çünkü pancar, değerinde satılırsa babası çocuğa
bisiklet alacaktı…
İkincisi, ülkemize
gelişinin tam 130. yılında, İstanbul’da bir imam hatip lisesinde okul müdürü
tarafından kız öğrencilere bisiklete binme yasağının getirilmesi…
Gerekçesi de oldukça
traji-komik: Kızların kıyafetleri bisiklete binmeye müsait değilmiş…
Bu kararı alanlar sanki
hayatlarında hiç bisiklet kullanmamış, hatta bisiklet denen araçtan haberleri
dahi yok.
Oysa bisiklet,
çocukların ve çocukluğun baha biçilmez süsüdür.
Çevreyi tanımanın en
önemli bir aracıdır.
Özgüven kaynağıdır.
Bisiklet özgürlüktür,
engel tanımaz. Sular üzerinde de, kentin ara sokaklarında da sürdürür
varlığını…
Sınıflar üstüdür, her
türlü ayrımcılığa karşıdır; faşizme de…
Pedalı yalnız
tekerlekleri döndürmez, anılara da lezzet verir.
“Otuz Beş Yaş” şiirinin şairi Cahit Sıtkı Tarancı, faşizmin kara
bulut misali Avrupa’ya yayıldığı sırada, Paris’te bir Fransız radyosunda
spikerlik de yapmış, Türkçe olarak faşizm belasını anlatmıştır.
Ve bir gün, faşist saldırganlar Cahit Sıtkı’nın bulunduğu bölgeye
doğru gelince, bisikletine atlayarak kaçacak, yolda uçakların makineli ateşine
tutulmasına rağmen bir rastlantı sonucu yaralanmadan bu vartayı atlatacaktır.
Cahit Sıtkı’nın hayatını kurtaran “bisiklet”in şiirle de yakın bir
ilgisi olduğunu düşünüyorum.
Çünkü şiir
yazmak da bisiklete binmek gibidir. Sekiz yaşında bisiklete binmeyi
öğrenirseniz, seksen yıl binmeseniz de 88 yaşında yine binebilirsiniz.
Şiir de böyle bir
şeydir. Bir kez yazmaya başladınız mı, uzun yıllar kalemi elinize almasanız
bile, şiir bir gün gelir sizi bulur.
Hem de iki tekerlekli bisikleti ile...
02 NİSAN 2015,
BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder