4 Ocak 2014 Cumartesi

BORU VE KUTU

Seksenli yılların sonuna doğru Cumhuriyet gazetesinin Düzeltme Servisi bir edebiyat mahfeli idi.
İki masanın çevresini “edebi ve ebedi şef”imiz 50 kuşağının önemli öykücüsü Adnan Özyalçıner, şair Kemal Özer, eleştirmen Konur Ertop, edebiyat tarihçisi Atilla Özkırımlı ve bendeniz oluşturmaktaydı.
Her gün bir de “misafir”imiz vardı: Gazetenin arka sayfasına karikatür, kimi haber ve yazılara vinyetler çizen bir çizer...
Masalardan birinin çekmecesi bu arkadaşa tahsis edilmişti.
Çekmecede bir küçük hokka çini mürekkebi ile birkaç kalem bulunurdu.
Çizer arkadaş, sessizce masanın bir kenarına ilişir, işini yaptıktan sonra yine sessizce gazeteden ayrılırdı.
O yılların Bâbıâli’nde gazeteler, dergiler, yayınevleri birbirine komşu. Çizer arkadaş da “parça başı” çalışıyor.
Bu nedenle de düzenli bir maaşı yoktu.
“Parça başı” aldığı işlerden aldığı paraları, evde kartondan bir boru yapmış, onun içine koyuyor.
Sabah evden çıkarken, eline ne kadar gelirse o parayı alıyor.
Kimi zaman morali bozuk gelirdi gazeteye.
“Üstat, nedir derdin?” derdim.
“Borunun ucu görünüyor, içinde para kalmamış” diye yanıtlardı.
Sonrasında ben de kendime göre bir yöntem buldum.
Gece eve gelince cebimde ne kadar bozuk para varsa, bir ayakkabı kutusunun içine atıyorum. Özellikle de ay sonlarında cebimde para tükendikçe ya da gereksinim duyduğumda elimi kutuya atıyor, o günü kurtarıyorum.
12 Eylül darbesi olunca gizli bir “vicdani redci” olarak yirmi yıl kadar kaçtığım askerlikten yakayı ele verdim.
Yirmi ay askerliğim boyunca da o ayakkabı kutusunu unuttum.
Fakat askerlik dönüşü o kutuda kalan “dana gözü” beş liraların, madeni iki buçuklukların, bir liraların tümü tedavülden kalkmıştı.
Kuruşların zaten esamisi okunmuyordu.
Ama otuz küsur yıldır o paralar, fotoğrafta görüldüğü gibi, o ayakkabı kutusunda duruyor.
Bilseydim o kutunun içini Dolar, Euro filan ile doldururdum.
Hiç olmazsa benim değil, ama kutunun bir şöhreti olurdu bugün.
Şimdi bu paraları kutusuyla birlikte balkonundan kutu göstererek Akhisar’da Başbakan’ı protesto eden Nurhan Gül’e armağan etmek istiyorum.
Benim işime yaramayan paraların, 690 lira emekli maaşı ile yaşamaya çalışan Nurhan Hanımın da yarasına merhem olamayacağını biliyorum.
Ama benim kutumun, onun karakolda kendisiyle birlikte tutuklu muamelesi gören ayakkabı kutusuyla bir “hatıra yoldaşlığı” bulunabilir belki...
Sonuçta “boru” değil, ikisi de “kutu” aslında...
 
02 OCAK 2014, BİRGÜN

  

Hiç yorum yok: