Seksenli yılların sonuna doğru Cumhuriyet
gazetesinin Düzeltme Servisi bir edebiyat mahfeli idi.
İki masanın çevresini “edebi ve ebedi şef”imiz
50 kuşağının önemli öykücüsü Adnan Özyalçıner, şair Kemal Özer, eleştirmen
Konur Ertop, edebiyat tarihçisi Atilla Özkırımlı ve bendeniz oluşturmaktaydı.
Her gün bir de “misafir”imiz vardı: Gazetenin
arka sayfasına karikatür, kimi haber ve yazılara vinyetler çizen bir çizer...
Masalardan birinin çekmecesi bu arkadaşa
tahsis edilmişti.
Çekmecede bir küçük hokka çini mürekkebi ile
birkaç kalem bulunurdu.
Çizer arkadaş, sessizce masanın bir kenarına
ilişir, işini yaptıktan sonra yine sessizce gazeteden ayrılırdı.
O yılların Bâbıâli’nde gazeteler, dergiler,
yayınevleri birbirine komşu. Çizer arkadaş da “parça başı” çalışıyor.
Bu nedenle de düzenli bir maaşı yoktu.
“Parça başı” aldığı işlerden aldığı paraları,
evde kartondan bir boru yapmış, onun içine koyuyor.
Sabah evden çıkarken, eline ne kadar gelirse o
parayı alıyor.
Kimi zaman morali bozuk gelirdi gazeteye.
“Üstat, nedir derdin?” derdim.
“Borunun ucu görünüyor, içinde para kalmamış”
diye yanıtlardı.
Sonrasında ben de kendime göre bir yöntem
buldum.
Gece eve gelince cebimde ne kadar bozuk para
varsa, bir ayakkabı kutusunun içine atıyorum. Özellikle de ay sonlarında cebimde
para tükendikçe ya da gereksinim duyduğumda elimi kutuya atıyor, o günü
kurtarıyorum.
12 Eylül darbesi olunca gizli bir “vicdani redci”
olarak yirmi yıl kadar kaçtığım askerlikten yakayı ele verdim.
Yirmi ay askerliğim boyunca da o ayakkabı
kutusunu unuttum.
Fakat askerlik dönüşü o kutuda kalan “dana
gözü” beş liraların, madeni iki buçuklukların, bir liraların tümü tedavülden
kalkmıştı.
Kuruşların zaten esamisi okunmuyordu.
Ama otuz küsur yıldır o paralar, fotoğrafta
görüldüğü gibi, o ayakkabı kutusunda duruyor.
Bilseydim o kutunun içini Dolar, Euro filan
ile doldururdum.
Hiç olmazsa benim değil, ama kutunun bir
şöhreti olurdu bugün.
Şimdi bu paraları kutusuyla birlikte
balkonundan kutu göstererek Akhisar’da Başbakan’ı protesto eden Nurhan Gül’e
armağan etmek istiyorum.
Benim işime yaramayan paraların, 690 lira
emekli maaşı ile yaşamaya çalışan Nurhan Hanımın da yarasına merhem olamayacağını
biliyorum.
Ama benim kutumun, onun karakolda kendisiyle
birlikte tutuklu muamelesi gören ayakkabı kutusuyla bir “hatıra yoldaşlığı”
bulunabilir belki...
Sonuçta “boru” değil, ikisi de “kutu”
aslında...
02 OCAK
2014, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder