7 Şubat 2013 Perşembe

“KOZMİK ODA”YA ÇELİK KAPI


Evden mahalleye, mahalleden semte, semt­ten kente, kentten ülkeye yaşamımızın her yanı nice kapılarla çevrili değil mi?
Bu kapılara şimdi de “kozmik oda”lara açılan çelikleri eklendi.
Üs­tadımız hakîr Evliya Çelebi’ye göre İstanbul’un çev­resinde 43 kapı bulunmakta. Şimdi kim bu kapıları bula da fotografilerini çıkara?
Üstelik, arkalarındaki “kozmik oda”lar kim bilir nice haldedir?
Çelebi’nin izniyle ben dahi çocuklu­ğumun kapılarını anlatmak isterim.
İzmir, Kurtuluş Savaşı’nda yıkılıp yakılmış. Yapı ustası dedem Hasan Usta, Küçükyalı’da bir yapı oturtmuş, üç çocuğu ve dahi “Köroğlu”su için. İç içe dört hanede 28 kapı. Ama hiçbiri birbirine benzemez. Kimi demir, kimi tahta… Usta hangi yıkıntıda kapı bulmuşsa getirip takmış evin bir yanına.
Fotografilerini çıkaramayacağımız başka kapılar yok mu?
İşte atasözlerimiz:
“Kapı arkası bile gurbet.” “Kapını iyi kapa, komşunu hırsız etme.”
Ve  kimi deyimlerimiz:
“Kapı bir komşu. Kapıdan kovsan baca­dan girer. Kapı dışarı etmek. Kapı duvar ol­mak. Kapının ipini çekmek. Kapısı açık ol­mak.”
Devlet de bir “kapı” değil midir?
Evinden, yurdundan ayrı düşmüş kişi “el kapısı”ndadır. Ruhi Su’ya selam ola... Ülkeye giriş çıkışın bir yolu “Kapıkule”den geçmez mi? Dışarıdan alınan nice mal “gümrük kapısı”ndan dolanmaz mı? Esnaf için dükkânı “rızk kapısı”dır, mah­kûm için hücresindeki tuvalet “hacet kapısı.”
Ya “gönül kapısı?” O kapıdan geçenlere de selam ola...
Ya tavla oyununda “kapı yapmak...”
Bunların dahi pek fotografileri çekilmez...
Bence bugün İstanbul’un asıl yedi kapısı var: Haydarpaşa Garı, Esenler Otogarı, Top­hane Limanı, Sirkeci Garı, Atatürk Havalimanı. Ve yedinci kapı olarak Sultanahmet Meydanı…
Kapının yedi adet olması da önemli.
Örneğin yeniçerilerin yedi kapısı bulunur: Ada­let, et, ağa bölüğü, so­laklar, meydan, Çayır ve Karaköy kapıları…
İslam inançlarına göre kıyamet günü Me­dine kentinin yedi ayrı kapısı olacaktır.
Şaman inançlarına göreyse “yağız yer” de­nen kara toprağa yedi kapıdan geçilerek varılacaktır.
Kapı, eski kentlerde dünyaya açılan bir penceredir. Örneğin Diyarbakır, Urfa, Mar­din kapıları; Erzurum’un Kars ve Tebriz kapıları gibi
Kapı sözcüğünün bir başka anlamı da önemli yapıların giriş bölümünü karşılama­sıdır, ki camilerin, medreselerin “cümle kapıları’’ bunlardandır.
Sarayların avlu duvarından baş­lamak üzere arka arkaya bir kaç kapısı vardır. Topkapı Sarayı’nın yedi kapısı bulunuyor. Bâb-ı Hümayun ki, sarayın birinci kapısı. Bâbü’s-Selam orta kapı, Bâbü’s-Saade mutluluk kapısı... Bâbıâli. Aslında Osmanlı’da sadrazam ko­nağının büyük giriş kapısı. Ama zamanla devletle özdeşleşmiş, doğrudan hükümet an­latan bir deyime dönmüş... Yakın zamanların “basın” kapısı...
Osmanlı’da sarayların kapılarını bekleyen yarı askeri görevlilere bevvap, yani kapıcı deniyor. Günümüzdeki “kapıcı”larla bir ilintileri olabilir mi?
Kapı halkı: Osmanlı devletinde sadrazam, vezir, beylerbeyi ve ilmiye ileri gelenlerinin konaklarında görevli sivil ve askerlere veri­len ad. Kapıcıbaşı: Saray ka­pıcılarının subaylarına verilen rütbe. Kapıcılar kethüdası: Kapıcıla­rın ve kapıcı başların en büyük amiri.
Kapıların da günleri var. Pazar günleri, Kapalıçarşı ile Mısırçarşısı’nın kapıları kapalı. Gülhane Parkı’nın kapısı her zaman açık.                                                                                                                                                    
Kimi, çocukluğumdaki gibi unutmuş anı­larını, kimi hâlâ fotografilerde...
Kimi de “ileri demokrasi” tarihinde “kozmik odalar”ın kimliğinde... 

07 ŞUBAT 2013, BİRGÜN

Hiç yorum yok: