5 Ekim 2012 Cuma

SEMAVERDEKİ ÇAY


Demirtaş Ceyhun “Yaşasın Aziz Nesin” kitabında, Aziz Nesin’in “çay”a düşkünlüğünü anlatır:
“Aziz Bey, dehşetli düşkündür çaya. Dehşet bir çay tiryakisidir. 60’lı yıllarda sigaraya da öylesine düşkündü. Günde en az üç paket Gelincik içerdi. Biri bitmeden birini tazelerdi sigaranın. Bildiğim kadarıyla doktorlar filan da yasaklamadan, kendi isteğiyle şıp diye kesti bıraktı sigarayı. Yıllar var, bir tanecik olsun içmez. Ama çay… Şeker çayın tadını bozuyor diye, şeker de koymaz içine. Çalışırken de çaydanlık kaynar durur ocakta. Akşama kadar bilmem kaç bardak şekersiz çay içer.”
Rahmetli babam da iflah olmaz bir çay tiryakisi idi. Ama çayı şekersiz değil de, Erzurum usulü kırtlama içerdi. Kaya şekerini bir kerpetenle yeşil mercimek büyüklüğünde parçalara böler, bir parça şekerle iki üç bardak içerdi. Şeker bulamadığı zamanlarda ise kuru incir ve üzümle içtiğini bilirim.

ÇAYIN DEMİ SEMAVERDE
Benim çay kontenjanım ise sabah ve akşamüstü olmak üzere ikişerden dört bardakla sınırlı, hem de öyle “sallama” değil, hakiki dem olarak…
Çayın demi denince “semaver”i unutmamalı…
Çünkü çayın demi en hakiki olarak semaverde çıkar.
Erzurum’daki çocukluğumda da evde çay semaverde demlenir, yemekler “kuzine” sobalarda yapılırdı.
1954’te Erzurum’dan ana yurdu İzmir’e göçerken; zamanlar Erzurum-İzmir arası dört gün, dört gece ve Eskişehir’de bir trenden bir başkasına aktarma olurdu. O hay huy içinde bizim semaver de kayıplara karışmıştı.
Babam kırk yıl o semaverin anılarıyla yaşamıştı.
Aziz Nesin’in çay tiryakiliğinde semaverin de büyük bir etkisi olmalı, ki büyük bir semaver koleksiyonu vardı.
Bir Samsun gezisinde bütün bir gün bir Rus yapımı semaverin peşine düştüğünün yakından tanığıyım.
Şimdi diyeceksiniz ki nereden çıktı bu semaver tantanası?
Bedri Rahmi Eyuboğlu, Tan gazetesinin 21 Haziran 1936 tarihli sayısında 18 Haziran 1936’da ölen Maksim Gorki”yi anlatırken semaverden de söz ediyor.
Bir yazarın ardından yazıların en güzellerinden bir örnek…
Eyuboğlu, yazısına okuduğu bütün Rus romanlarında semavere rastladığından söz ederek başlıyor ve devam ediyor:
“Fakat Maksim Gorki’den okuduğum tek bir roman olan ‘Ana’daki kadar keyifli keyifli kaynayan semaveri ötekilerde bulamadım. ‘Ana’yı okuyalı yedi sekiz sene oldu. Fakat bana öyle geliyor ki, Maksim Gorki’nin kahramanlarına bütün sayfalarda fıkır fıkır kaynayan bir semaver tempo tutuyordu.”
Devam ediyor Eyuboğlu:
“Bu semaver mukaddes bir ateş gibi mütemadiyen kaynıyor. Ve bütün kahramanlarının gözünde tüten bu semaverden Gorki nihayet kendi eliyle güzel demlenmiş ve enfes rengine güç ad bulunan çayı sunuyor.”
 Bir zamanlar Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısının girişindeki sabahçı kahvesinde buluşan neyzenler çaya daha iyi tat versin diye demliğe bir paket “Bafra” sigarası tütünü atarlarmış…

ÇAYLAR ŞİRKETTENDİ…
Benim bir şiir kitabımın adı “Çaylar Şirketten”dir. Sevgili arkadaşım Erdoğan Tokatlı filmini de yapmıştır.
Bugün Tokatlı da aramızda değil.
Otobüs şirketleri “çaylar şirketten” sözünü tedavülden kaldırdı, artık otobüs içinde kâğıt bardaklarda çay servisi yapıyorlar.
Semaverler de sessizce çıkıp gitti hayatımızdan…
Şimdi “çay makineleri” revaçta…
Ülkenin durumunu soracak olursanız, aynen bir “semaver”…
Yoksul semaverini yakacak odun kömürünü bulamıyor. Çünkü içine ne kadar “hükümet yardımı” bulgur, makarna, buzdolabı atsanız da kömürün yerini tutmadığı için semaver alev alamıyor.
Sırtını hükümete dayayanlar ise elektrikli çay makinesi kullanmakta sanki. Elektriğinin parasını da bir biçimde vergi idi, teşvik idi, yandaş-dindaş idi, sıcak-soğuk para idi, yoksulun emeğinden çıkarıyorlar nasıl olsa… 
Siz yine de buyurun bir eski zaman neyzeninin semaverde demlediği ve Maksim Gorki’nin sunduğu çay servisine…

04 EKİM 2012, BİRGÜN

Hiç yorum yok: