Demirtaş Ceyhun “Yaşasın Aziz
Nesin” kitabında, Aziz Nesin’in “çay”a düşkünlüğünü anlatır:
“Aziz Bey, dehşetli düşkündür
çaya. Dehşet bir çay tiryakisidir. 60’lı yıllarda sigaraya da öylesine
düşkündü. Günde en az üç paket Gelincik içerdi. Biri bitmeden birini tazelerdi
sigaranın. Bildiğim kadarıyla doktorlar filan da yasaklamadan, kendi isteğiyle
şıp diye kesti bıraktı sigarayı. Yıllar var, bir tanecik olsun içmez. Ama çay…
Şeker çayın tadını bozuyor diye, şeker de koymaz içine. Çalışırken de çaydanlık
kaynar durur ocakta. Akşama kadar bilmem kaç bardak şekersiz çay içer.”
Rahmetli babam da iflah olmaz bir
çay tiryakisi idi. Ama çayı şekersiz değil de, Erzurum usulü kırtlama içerdi.
Kaya şekerini bir kerpetenle yeşil mercimek büyüklüğünde parçalara böler, bir
parça şekerle iki üç bardak içerdi. Şeker bulamadığı zamanlarda ise kuru incir
ve üzümle içtiğini bilirim.
ÇAYIN DEMİ SEMAVERDE
Benim çay kontenjanım ise sabah ve
akşamüstü olmak üzere ikişerden dört bardakla sınırlı, hem de öyle “sallama”
değil, hakiki dem olarak…
Çayın demi denince “semaver”i
unutmamalı…
Çünkü çayın demi en hakiki olarak
semaverde çıkar.
Erzurum’daki çocukluğumda da evde
çay semaverde demlenir, yemekler “kuzine” sobalarda yapılırdı.
1954’te Erzurum’dan ana yurdu
İzmir’e göçerken; zamanlar Erzurum-İzmir arası dört gün, dört gece ve
Eskişehir’de bir trenden bir başkasına aktarma olurdu. O hay huy içinde bizim
semaver de kayıplara karışmıştı.
Babam kırk yıl o semaverin
anılarıyla yaşamıştı.
Aziz Nesin’in çay tiryakiliğinde
semaverin de büyük bir etkisi olmalı, ki büyük bir semaver koleksiyonu vardı.
Bir Samsun gezisinde bütün bir gün
bir Rus yapımı semaverin peşine düştüğünün yakından tanığıyım.
Şimdi diyeceksiniz ki nereden
çıktı bu semaver tantanası?
Bedri Rahmi Eyuboğlu, Tan
gazetesinin 21 Haziran 1936 tarihli sayısında 18 Haziran 1936’da ölen Maksim
Gorki”yi anlatırken semaverden de söz ediyor.
Bir yazarın ardından yazıların en
güzellerinden bir örnek…
Eyuboğlu, yazısına okuduğu bütün
Rus romanlarında semavere rastladığından söz ederek başlıyor ve devam ediyor:
“Fakat Maksim Gorki’den okuduğum
tek bir roman olan ‘Ana’daki kadar keyifli keyifli kaynayan semaveri ötekilerde
bulamadım. ‘Ana’yı okuyalı yedi sekiz sene oldu. Fakat bana öyle geliyor ki,
Maksim Gorki’nin kahramanlarına bütün sayfalarda fıkır fıkır kaynayan bir
semaver tempo tutuyordu.”
Devam ediyor Eyuboğlu:
“Bu semaver mukaddes bir ateş gibi
mütemadiyen kaynıyor. Ve bütün kahramanlarının gözünde tüten bu semaverden
Gorki nihayet kendi eliyle güzel demlenmiş ve enfes rengine güç ad bulunan çayı
sunuyor.”
Bir zamanlar Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısının
girişindeki sabahçı kahvesinde buluşan neyzenler çaya daha iyi tat versin diye
demliğe bir paket “Bafra” sigarası tütünü atarlarmış…
ÇAYLAR ŞİRKETTENDİ…
Benim bir şiir kitabımın adı
“Çaylar Şirketten”dir. Sevgili arkadaşım Erdoğan Tokatlı filmini de yapmıştır.
Bugün Tokatlı da aramızda değil.
Otobüs şirketleri “çaylar
şirketten” sözünü tedavülden kaldırdı, artık otobüs içinde kâğıt bardaklarda
çay servisi yapıyorlar.
Semaverler de sessizce çıkıp gitti
hayatımızdan…
Şimdi “çay makineleri” revaçta…
Ülkenin durumunu soracak
olursanız, aynen bir “semaver”…
Yoksul semaverini yakacak odun kömürünü
bulamıyor. Çünkü içine ne kadar “hükümet yardımı” bulgur, makarna, buzdolabı
atsanız da kömürün yerini tutmadığı için semaver alev alamıyor.
Sırtını hükümete dayayanlar ise
elektrikli çay makinesi kullanmakta sanki. Elektriğinin parasını da bir biçimde
vergi idi, teşvik idi, yandaş-dindaş idi, sıcak-soğuk para idi, yoksulun
emeğinden çıkarıyorlar nasıl olsa…
Siz yine de buyurun bir eski zaman
neyzeninin semaverde demlediği ve Maksim Gorki’nin sunduğu çay servisine…
04 EKİM 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder