Salâh Birsel,
bir konuşmamızda “Benim günlüğüm Cumhuriyet döneminin ilk edebiyat günlüğüdür.
Daha doğrusu Türk edebiyatının ilk edebiyat günlüğüdür.” demiş ve eklemişti:
“Benden dört yıl sonra Ataç başlamıştır günlüklerine.”
Cumhuriyet
dönemi edebiyatında “anlatı” denilince de ilk akla gelen Demir Özlü olmalı…
Özlü, “Bir
Beyoğlu Düşü”, “Berlin’de Sanrı”, “Kanallar”dan sonra anlatılarına bir yenisini
daha ekledi: “Önünde Boş Bir Uzam” (Yapı Kredi Yayınları)
Anlatıcı, bir
bakıma da bizzat Özlü’nün kendisi, bir gün “büyük ağaçlarıyla, bahçeleriyle,
ağaçların ardına çekilmiş olan, eski ama bakımlı köşkleriyle, otomobil
yollarını ıssızlığa bırakarak sanki sonsuz bir zaman boyunca varlıklarını
sürdürecek gibi olan sokakları” dolaşmaya çıkar.
Ve bu sokaklar
onun yurduyla, yurdundan uzak yaşadığı sürgün, çocukluğu, gençlik günlerinin
siyasal savaşımı, yeni teknoloji çağında büyüyen oğlu, bir anlamda da edebi
kişiliği dahil bütün bir geçmişiyle hesaplaşma alanı olacaktır.
“Bunaltı”
Özlü’nün ilk öykü kitabının adı olduğu gibi, bugüne kadar yazdıklarının ana
izleklerinden biri, hatta başlıcasıdır.
“Önünde Boş Bir
Uzam” da “bilinmez bir tenhalık ve ıssızlık” dokusuyla örülü, bir başka deyişle
“bunaltı”nın yoğun olarak duyumsandığı bir özel anılar toplamı olarak
okunabilir.
Neler mi vardır bu
anılar yumağında?
Ülkesinde hapis
yatmamıştır, ama iki kez gözaltına alınmış, askerlik görevini yaparken
rütbeleri sökülerek Doğu’da Kürtlerin yaşadığı en soğuk bir bölgeye sürgün
edilmiştir.
Gençlik
yıllarında bir işçi partisinin oluşumunda yer almış, bu yüzden de üniversite
kariyerinden uzaklaştırılmak zorunda bırakılmıştır.
Çünkü onu
ilgilendiren “acı çeken bilinçtir.”
Ve sorular
sorar, sorgular…
“Yaşadığımız
dünyada aşka yer var mıydı?”
“Yazmak da bir
çalışma değil mi? Boş kâğıtlar karşısında oturmak, ıstırap çekmek, neden kol
emeğiyle çalışan insanlar karşısında utanma duygusuna yol açsın?”
“Yazınla
uğraşmak da, hiç olmazsa insanların bilinçlenmesine o ‘ruhsal yapı’ denilen
şeyin derinlemesine -vicdan diye yazmaktan çekinsen de- yardım etmeyecek miydi?”
Dostoyevski’nin
“Kumarbaz”ına göndermede bulunur: “Yaşamda çıkar ardında koşmayan kişi aşkta da
acı çekmeye yargılı değil midir?”
Lars von
Trier’in “Melancholia” filmini izledikten sonra düşünür: “Maddeci bağımlılık
dünyamızı yaşanır bir dünya olmaktan uzaklaştırmaktadır.”
Demir Özlü’nün
de içinde bulunduğu 50 Kuşağı öykücüleri sözcükleri, deyimleri kalıplaşmış
biçimlerinden çok, bilinen yerlerinden ayrı konumlarda kullanmayı denediler.
Böylece o sözcüklerle deyimlere yeni anlamlar kazandırdılar.
Hacminin küçük
olmasına karşın “Önünde Boş Bir Uzam” anlatısının derinliği de bu anlayıştan
gelmektedir: Dili kullanım ve anlatım ustalığından…
Ve bir not: Okur, bütün anlatının içinde “ve”
sözcüğünü göremeyecektir, çünkü Özlü, onu hiç kullanmamıştır.
ŞAİRİN NOT DEFTERİ
*Osmanlı
imparatorluğu I.Dünya Savaşı sonrasında ağır bir yenilgiye uğramıştır. İnsan
varlığı ve ekonomisi perişan durumdadır. Devleti kurtarmak için çareler aranır.
Kimileri de Amerika ya da İngilizlerin himayesine girilirse ülkenin kurtulacağı
inancındadır. Yani “mandacılık”ı savunurlar. Yahya Kemal bu öneri sahiplerine
şöyle diyecektir: “Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alma için döktürdüğü
toplardan her birini kırk mandaya çektirmişti. Bunlar ise koca imparatorluğu
tek bir mandaya çektirecekler.”
*Fazıl Hüsnü
Dağlarca.son yıllarında Mühürdar’da oturduğu evinin gençlerin buluşacağı bir
kahve-kütüphane yapılmasını vasiyet etmişti. Ölümünden ardından kaç yıl geçti,
ama vasiyeti hâlâ neden yerine getirilmedi? Bilen var mı?
*”Twitter,
kulaktan kulağa gizli yapılan dedikodunun sanal âlemde aleni kılınmasıdır”
dedi.
GAMZE
Gençliğinde
sevdiğin genç kızların
ne anılar
gizlidir gamzesinde
Şair, çözebildin
mi sırrını?
Bu yüzden mi
seraba kayıtlı
o günler ömrünün
gamzesi?
Bir bunun için,
bunun için mi
anılarınla
yaşlanmak istiyorsun?
02 AĞUSTOS 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder