Ahmet Hamdi
Tanpınar, çocukluğunda bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın tanımıştır.
Kadın sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul sularını sayıklar:
- Çırçır,
Karakulak, Şifa suyu, Hünkâr suyu, Taşdelen, Sırmakeş...
Tanpınar, daha
sonra kadının fotografisini şöyle çıkaracaktır:
“Adeta bir
kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin, kuru dudaklarının
arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri canlanır, bütün yüzüne bizim
duymadığımız bir şeyler dinliyormuş gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru
sanki bu dikkatle dolardı.”
“Beş Şehir”
kitabında İstanbul’u anlatmaya böyle başlayan Tanpınar, daha sonra sözü “dört
yanını su sesleriyle, gümüş tas ve billûr kadeh şakırtılarıyla, güvercin
uçuşlarıyla dolu sandığı” çocukluğuna getirecek ve o ihtiyar kadın gibi “her su
başını bir hasret masalı yapan o meraka senelerden sonra ancak bir mana
verebilecektir.”
Çünkü İstanbul nasıl babası için hiçbir yerde
eşi bulunmayan büyük camilerin, güzel sesli müezzinlerin ve hafızların şehri
ise, o ihtiyar kadın için de serin, berrak, şifalı suların şehridir.
Yalnız İstanbul
mu?
Türkiye’nin her
yöresi bir su cennetidir.
Erzurum’da
Cumhuriyet caddesinde bulunan “Ulu Cami”nin köşesindeki çeşmenin suyunu
rahmetli babam gençliğinde Palandöken’den getirmiş, o zamanlar Erzurum
belediyesinde su tesisatçısı…
Bir Erzurum’a
gittiğimde o çeşmeden bir damacana su getirmiştim. Babam, “Su azizdir” diyerek
yudum yudum o suyu neredeyse iki yılda tüketmişti.
Tanpınar’ın
İstanbul sularını tarif ettiği zamandan günümüze üç çeyrek yüzyıl dahi geçmedi.
Peki, şimdilerde
nicedir İstanbul sularının ahvali?
Tarihe
baktığımızda Bizantion yerleşmesi su ihtiyacını sarnıçlar, kuyular ve
kaynaklardan sağlıyor. Roma döneminde kentleşme başlayınca İmparator Hadrianus
ilk isale hattını yaptırtıyor. Daha sonra Kostantinus, Valens, Teodosius
Istrancalar’dan ve Belgrat ormanından su getirtiyor.
İstanbul’un
fethinden sonra nüfus çoğalınca yaptırılan Fatih, Turunçlu, Bayezid,
Mahmutpaşa, Şadırvan su yolları da zamanla yetersiz kalıyor.
Kanuni, suyun
azalması ve pahalı olması sorununa çözüm getirmek için Mimar Sinan’ı
görevlendiriyorsa da daha sonra “şehrin nüfusunun artacağı ve iaşenin zorlanacağı”
gerekçesiyle bu işten vazgeçiliyor.
“Eski”
İstanbul’da isale hatlarıyla ya da kaynaklardan gelen suyun varacağı son durak
ise çeşmeler...
Tanpınar’ın
deyişiyle hemen her mahallenin “üstündeki salkım ağacı yüzünden her bahar bir
taze gelin edası kazanan küçük ve fakir, süslü” çeşmeler...
Bugünse “ıslak
tulumlarından yağlı bir serinlik vehmi sızan sakaların” taşıdığı damacanalar,
artık yerini “pet” şişelere bırakmış
durumda...
Sosyal devletin
asli görevlerinden biri de yurttaşına temiz, sağlıklı, üstelik ücretsiz su
içirmek değil midir?
Ama anamalcı
düzende su da bir rant aracına dönüşmüşse başka söze gerek var mı?
ŞAİRİN NOT DEFTERİ
*Dr. Saadi Nâzım
Nirvan’ın 1946 yılında yayınlanan “İstanbul Suları” kitabında yazdığına göre
İstanbul’un kaynak suları: HALİÇ: Kumbarhane, Galatasaray, Hamidiye; KÂĞITHANE:
Ayazma, Kanlıkavak, İshak Ağa: SARIYER: Çırçır, Kestane, Hünkâr, Fındık, Gürcü,
Fıstık; BÜYÜKDERE: Sultan, Kocataş, Kefeliköy; ÇAMLICA: Büyük Çamlıca, Tiryal
Hanım, Tomruk, Kısıklı, Küçük Çamlıca, Ömerefendi, Şekerkaya; KAYIŞDAĞ:
Kayışdağ, Zeynel Dayı, Ayazma, Hacı Ömer, Fındık, Lağım, Kestane, Alemdağ,
Taşdelen, Taflanlı, Büyük Elmalı, Küçük Elmalı; BAKIRKÖY ve FLORYA: Tuna ve
Azatlı suları... Bakın bakalım, evinizde bu sulardan bugün hangisini kullanıyorsunuz?
*Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin “Deneyimin Ötesi” başlıklı
sergisi yarın saat 19.00’da Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde açılıyor.
PENCERE
Kalbim,
aşkına açık pencere
ister,
önünde hasretimin seyrine dur
ister,
karşısında gurbetimi bekle
09 AĞUSTOS 2012, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder