24 Kasım 2011 Perşembe

KOMET, ÇAĞDAŞ SANAT FUARI’NDA

Bu yıl 526 sanatçı, 3000 yapıt, 20 ayrı ülkeden 42’si yurt dışı, 48’i yurt içi olmak üzere 90 çağdaş sanat galerisi ile birlikte birçok paralel etkinlik ve projeye ev sahipliği yapacak çağdaş sanat fuarı “Contemporary İstanbul” bugün başladı.
Altıncısı düzenlenen fuarı, 27 Kasıma kadar İstanbul Kongre Merkezi, Fuar Alanı ve İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı Rumeli Salonu’nda 1000’den fazla uluslararası koleksiyoner ile 60 binden fazla ziyaretçiyi konuk etmesi bekleniyor.
Türk çağdaş sanatının yanında çevre ülkelere de ev sahipliği yapacak fuar, bu yıl “New Horizons - Yeni Ufuklar” bölümünde Körfez Bölgesi ülkelerinden galeri, sanatçı, küratör ve sanat eleştirmenlerine yer veriyor.
Fuarda bu yıldan başlayarak “Küratöryel Sergi” bölümü de yer alıyor; böylece katılımcı galeri sanatçılarının yapıtları “Contemporary İstanbul” desteğiyle genç bir küratör tarafından bir araya getirilecek ve oluşturulan seçki galeri sergileme alanlarının dışında sergilenecek...
Contemporary İstanbul’da Komet’in 70. yaşı tablo, video seçkisinden oluşan ve sanatçının ilk kez sergilenecek 27 yapıtına yer verilen ‘O Değilse Başkasıdır’ – ‘Esrarengiz’ başlıklı bir sergiyle kutlanıyor.
“Komet” adıyla maruf Gürkan Coşkun” ile arkadaşlığımız onun akademi, benim üniversite yıllarına dayanıyor.
Ressamdır, kâğıdı, tahtayı, halıyı da boyamıştır. 1960-2007 arasında yazdığı şiirleri “olabilir olabilir” başlığı altında bir kitapta toplamıştır. Çocukluğundan beri biriktirdiği “ultra-modern” dediği efemera parçalarını da sergilemiştir. Felsefe de sanat gibi merak konusudur.
Hayat adamıdır, eylemci, duygusal, heyecan çağlayanıdır.
60’lı yılların sonlarında ABD Altıncı Filosu sık sık İstanbul’a gelmektedir. Her gelişinde 68 Kuşağı gençleri filoyu protesto etmektedirler. Komet de Beyoğlu’na her çıkışında bir ABD askeri görünce kepini alıp kaçmaktadır, kendi dediği gibi “leylek” yürüyüşü ile…
Yine böyle bir akşam koşarak Asmalımescit’te Refik’in meyhanesine girdi. Ardından da o zaman “Fruko” tabir edilen iki toplum polisi…
Ben de meyhaneye yeni girmişim, pardesümü asıp masaya oturacağım. Komet beni görünce kuş misali hemen pardesümün altına saklandı. Polisler meyhaneyi şöyle bir kolaçan ettikten sonra çıktılar.
Pardesüm ile Komet’i polislerin elinden kurtarmıştım.
Bir günlermiş o günler de… Komet’e nice yıllar diliyorum.
O yıllardan iki dizesi de bu yazının son noktası olsun:
“Ne geçmişimiz kaldı size verecek
Ne de gelecek bir kış içinde üşünecek”

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

* Tahtakale, Türk kentlerinin çoğunda, surla çevrili alanın dışında kalan yerleşimler için kullanılan bir sözcük. Anadolu’da “toprak” kaleler var, mesela Urfa Siverek’te… Ama “tahta” kale pek yok. Peki, İstanbul’daki “Tahtakale” neyin nesi? Bir zamanlar “tahta” işleri yapıldığı için mi, yoksa kent surları dışında kaldığından mı adı “kale”ye çıkmış bulunmakta…
* TÜYAP Kitap Fuarı bu yıl da sona erdi. 600 yayınevinin katıldığı fuarda yüzlerce kitap, okurların beğenisine sunuldu. Öne çıkan kitapların listeleri yapıldı. Bunca şiirin yazıldığı, şairlerin de etkinliklere katıldığı fuarda hiçbir şiir kitabının listelerde yer almaması ilginç ve tuhaf değil mi?
* Çalışma Bakanı ve Sosyal Güvenlik Bakanı “müjde”yi verdi: Emeklilerin intibak yasası önümüzdeki yılın ilk altı ayında çıkacak; ödemeler 2013’te yapılacak… Alacakları zam da 10-200 lira arasında. Mehmed Kemal boşuna mı söylemiş: Umut fakirin ekmeği, ye Memet ye…

İNADINA ŞİİR

Hayatta hiç arkadaşı olmadı
yalnızlığından başka…

24 KASIM 2011, BİRGÜN

18 Kasım 2011 Cuma

OSMAN HAMDİ BEY PERA’DA…

Raviyanı ahbar ve nakilanı asar şöyle rivayet eder ki, Lübnan’ın Sidon kentinde bir köylünün tarlasında “nekrapol” bulunur. Arkeolog, ressam, ülkemizin ilk müze kurucusu Osman Hamdi Bey de (1842-1910) haberi alınca elbette oradadır. Ve tek düşüncesi vardır, bu paha biçilmez hazineyi bir an önce gemiye yükleyerek İstanbul’a götürebilmek…
Fakat tayfalar gemi, bu kadar ağır yükü kaldıramaz, batar diye yükleme işine yanaşmazlar.
Osman Hamdi Bey, bu kez kendisini “İskender” lahdine zincirleyerek tayfaları ikna edecek ve lahitler İstanbul’a getirilecektir.
Başta Nippur ve Assos olmak üzere Osmanlı topraklarında yapılan bu kazılar üç arkeologun kaderlerinin bileşkesini oluşturacaktır,
John Henry Haynes (1849-1900) arkeolog, Amerika arkeoloji fotoğrafçılığın kurucusudur. Diplomat olarak Irak’ta da bulunmuştur.
Hermann Vollraft Hilprecht (1859-1925) Alman arkeologdur.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde 15 ekimde açılan “Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar” başlıklı sergi, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki ilk kazılarını ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri konu almakta…
Pennsylvania Üniversitesi’nden Prof. Renata Holod ve Prof. Robert Ousterhout’un küratörlüğünde hazırlanan sergide, Pennsylvania Üniversitesi, Boston Güzel Sanatlar, İstanbul Arkeoloji, İstanbul Resim ve Heykel Müzeleri ve özel koleksiyonlardan derlenen Osman Hamdi Bey resimleri, 19. yüzyıla ait arkeolojik fotoğraf ve çizimler, mektuplar, gezi günlükleri ve ilk kez sergilenecek arkeolojik yapıtlar bulunmakta…
Serginin bir özelliği de Osman Hamdi Bey’in John Henry Haynes gibi diplomat oluşu nedeniyle bu yanına da ışık tutması…
Çünkü o yıllarda Osmanlı ile iyi ilişkiler içinde bulunmak isteyen ABD, Osman Hamdi Bey’in dostluğunu kazanacak, ardından onun verdiği izinle Haynes ve Hilprecht, Nippur ile Assos’ta kazılara başlayacaklardır.
Sergide Osman Hamdi Bey’in az bilinen resimlerinin yanı sıra, Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’nde bulunan ve bugüne kadar bilinmeyen iki resmi de yer almakta…
Özellikle hiç gitmediği halde yaptığı “Nippur Tapınak Sarayı Kazısı” tablosu…
Sergiyi 8 Ocak 2011 tarihine görme şansınız bulunuyor.
Bu şans kullanılmaya değer bence…

***

Avukat Mehmet Ali Sebük, Nâzım Hikmet cezaevindeyken avukatlığı alır, cezasının haksızlığını, bunun korkunç bir adli hata olduğunu ortaya koyarak çalışır ve sonunda özgürlüğe kavuşmasında önemli bir oynar.
Sebük, “Nâzım’ın Özgürlük Savaşı” adlı kitabında bu dava çerçevesinde Nâzım Hikmet’in Türkiye’deki son yıllarını belgelerle ortaya koyarken Türkiye’nin yakın geçmişinin bir fotografisini de yansıtmıştı. (Cem Yayınevi, 1990)
Sebük, adı geçen kitabında Bursa cezaevinde yatarken sık sık görüştüğü Nâzım Hikmet’in “beslenmesi”ni şöyle anlatmakta:
“Nâzım revirdeki yemekten yararlanabiliyordu. Buna göz dikenler de vardı. Hasta olmadığı halde revirde nasıl yemek yiyor, deniliyordu. Bunu, Sıhhiyeci Vehbi sağlıyordu. Dışarıdan bazen yardım görüyordu, ama çok az. Bazen Balaban’ın annesi yemek getiriyordu. Nâzım, Balaban ve Orhan Kemal bir araya gelerek yemeklerini bir ziyafet dekoru içinde neşeyle yiyorlardı.”


ŞAİRİN NOT DEFTERİ

* Ülkemizin çileli şairlerinden Enver Gökçe’yi 30 yıl önce, 18 Kasım 1981’de kaybettik. “Dost Dost İlle Kavga”nın şairi yaşamının yedi yılını hapiste, iki yılını da sürgünde geçirmişti.
* ÇEKÜL Vakfı’nın yayınladığı kültür mirası dergisi “Kilittaşı”nın 4. sayısının dosya konusu müzeler… Bekir Onur müze eğitimine değinirken; Edhem Eldem “arkeoloji alanını bir siyasi, kültürel ve hâkimiyet alanı olarak tanımlamayı beceren” Osman Hamdi üzerine ilginç saptamalarda bulunuyor.
* Shell & Turcas’ın katkılarıyla İstanbul’u anlatan fotoğrafların yer aldığı “Bu Şehr-i İstanbul” sergisi, yıl sonuna kadar İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’nda izlenebilir.

İNADINA ŞİİR

Yollar ve yolculuklar ile
avuttun ve aldattın kendini

Şair, anılarından başka
ne kaldı ömrüne yadigâr

Hani sevgilin idi rûzigâr

17 KASIM 2011, BİRGÜN

10 Kasım 2011 Perşembe

“DÜŞ”TÜ, “GERÇEK” OLDU

“Kitabevi”ne gitmenin “hapishane”ye girmekle eşanlamlı olduğu ülkemiz kültür-sanat ikliminde kitap, her zaman “tehlikeli madde” olarak algılanmıştır. Dün öyle idi, bugün de öyle değil mi?
Kitapher zaman en tehlikeli silahlardan biridir.
Terörün alemet-i farikası…
12 Eylül’de de kitaplar toplatıldı, ya sıkıyönetim depolarında çürümeye bırakıldı ya da kâğıt fabrikalarında yakıldı, yayınevlerinin kapıları kilitlendi, yazarlar ellerinden kalemleri alınarak kelepçeler vuruldu.
İşte o günlerde 28 yürekli yayıncı, TÜYAP Kitap Fuarı aracılığı ile düşünce ve ifade özgürlüğünün aydınlık penceresini aralıyordu.
TÜYAP’ın o günlerdeki “düş”ü, 30. yılında bugün “gerçek” oldu.
İstanbul’dan sonra kollarını Ankara, İzmir, Bursa ve Diyarbakır’a uzattı. Bu uzun yolculukta sevgili arkadaşlarım Sunay Girgin ile Deniz Kavukçuoğlu’nun özverili çabaları da unutulmamalı…
Üç gün sonra da Türkiye Yayıncılar Birliği’nin işbirliğiyle 30. kez açılacak kitap fuarının teması “Umut: Düş mü, Gerçek mi?”
Onur konuğu ise özellikle öykülerinde “düş”le “gerçek”i harmanlayan Ferit Edgü…
Yani, iki açıdan da ismiyle müsemma bir kitap fuarı…
Fuara bu yıl 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu katılıyor. Yurt dışından da 35 ülkeden yayınevleri, telif ajansları ve yazarları konuk olmakta…
Bu yıl fuarın bir özelliği de onur konuğu Mısır’ın çağdaş sinema sanatının örneklerinden bir seçkinin sunulması…
Bu vesileyle Ferit Edgü’nün “O” romanından “Hâkkari’de Bir Mevsim” olarak sinemaya aktarılan filmi gösterilemez mi?
Edgü, “O” romanını 1977’de yayınlamıştı. Onat Kutlar ve Edgü’nün yazdığı senaryo, “Hâkkari’de Bir Mevsim” adıyla 1983’te Erden Kıral’ın yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştı.
Edgü, Paris yaşamından sonra Hâkkari’de yedeksubay olarak öğretmenlik yaparken yaşadıklarını, bir başka deyişle toplum ile iletişim kurmaya çalışan bir aydının yalnızlığını anlatmıştı.
Filmin başlıca oyuncuları ise Genco Erkal, Rana Cabbar, Erol Demiröz, Berrin Koper, Şerif Sezer, Macit Koper ve Erkan Yücel...
Film gösterimi ayrıca Erkan Yücel gibi bir tiyatro ve sinema ustasının hatırlanmasına da vesile olacaktır.
Kitap gibi bir “tehlikeli madde”yi barındıran fuar, dün olduğu gibi bugün de düşünce ve ifade özgürlüğünün “düş”ten “gerçek”e uzanan “umut” yolculuğudur aynı zamanda…
Yoldaşınız düş ile gerçeğin rehberliğinde “umut” olsun…
***

TÜYAP Kitap Fuarı’nda13 Kasım Pazar günü Ragıp Zarakolu’nun yöneteceği ve konuşmacı olarak Aziz Tunç, Niko Uzunoğlu, Gülçiçek Günel Tekin, Zülküf Kışanak’ın katılacağı “Resmi Tarihin Panzehri Olarak Sözlü Tarih” söyleşisi var. Ama ne yazık ki Zarakolu, zorunlu olarak söyleşide bulunamayacak. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Metin Celâl imzalı bildirisine ben de imzamı atıyorum: “Ragıp Zarakolu, yayımlama özgürlüğü için çalışan, düşüncelerin serbestçe ifade edilmesini savunan bir yazar ve yayıncıdır. Bu tavrı nedeniyle onlarca kez yargılanmıştır ve halen süren davaları vardır. Gazeteci, köşe yazarı, yayıncı ve yazarların haklarında geçerli bir suçlama varsa savcılıklara davetle ifadelerinin alınması yerine topluca gözaltına alınmalarını düşünce ve ifade özgürlüğü ve demokrasimiz açısından çok sakıncalı ve vahim uygulamalar olarak değerlendiriyoruz."

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

* 24-27 Kasımdaki uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul’un Onur Sanatçısı Komet. Sanatçının 70. yaşı “O Değilse Başkasıdır”–“Esrarengiz” sergisiyle kutlanacak ve bazı yapıtları sergilenecek.
* TÜYAP Kitap Fuarı’nda 12 Kasım saat 16.15-17.15’te yapılacak “Erdal Öz’ün Çocuk Edebiyatı’na Katkısı” söyleşisinin konuşmacıları Çetin Öner, Erol Toy, Mahmure İleri, Mustafa Delioğlu, Refik Durbaş, Selahattin Dilidüzgün, Sevim Ak, Ülkü Tamer, Kezban Akçalı ve Esad Tekand.
* Salâh Birsel, 1941’de “Gençlik” dergisinde çıkan “Bulut Geçti” başlıklı şiiri yüzünden yargılanacak, ama aklanacaktır.

İNADINA ŞİİR

Umudun avcısı var
Umutsuzluğun yok

FERİT EDGÜ

10 KASIM 2011, BİRGÜN

3 Kasım 2011 Perşembe

DEPREMDE FOTOĞRAF NEREDE?

Zaman, 1939 yılının 27 Aralık günü, sabaha karşı saat ikide Erzincan ve çevresinde bir kez daha duruyor. Richter ölçeğine göre 8 şiddetindeki deprem, başta Erzincan olmak üzere Amasya, Tokat, Sivas, Kırşehir, Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu illerinde etkisini gösteriyor ve tam 32.962 yurttaşımız canından oluyor...
O günlerin gazetelerinin aynasına yansıyan haberlere göre TBMM hemen harekete geçmiştir. Yardımların acilen felaket bölgelerine ulaştırılmasını sağlamak, gereken önlemleri almak üzere hemen bir komisyon kurulmuştur. Ülkede ulusal yas ilan edilmiş ve yurt çapında bir yardım kampanyası başlatılmıştır.
Deprem, dünya kamuoyunda da yankısını bulmuştur. Aralarında Fransa, İngiltere, Almanya, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’nın da yer aldığı birçok ülke, depremzedelere yardımda bulunmak için harekete geçmiştir.
Ve 31 Aralık günü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Erzincan’dadır.
Evet, aradan tam 72 geçti. Karamsarlığın, umutsuzluğun, çaresizliğin anlamı yok, biliyorum. Elbette çok şey değişti. Dünya değişti çünkü... Ülkemiz, şükürler olsun, “ileri” demokrasi yolunda oldukça yol katetmekte(!)…
Son yüzyılda nice deprem felaketi yaşandı.
Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar geldi geçti.
Sözler verildi, depremzede fotoğraflarına bakılıp gözyaşları döküldü. İsmet İnönü’yü seversiniz, sevmezsiniz. Sorun o değil, sorun devlet adamlığı…
İsmet Paşa ile o acılı kadının fotoğrafı var ya, işte o, 72 yıldır öylece, değişmeden duruyor ve diyor ki:
“Ey siyasete yön verenler, şimdi benim niye böyle bir fotoğrafım yok sizlerden biriyle...”

***

Kutsal kitaplara göre kardeş katilliği Habil’in küçük kardeşi Kabil’i öldürmesiyle başlıyor. Krallıkların, imparatorlukların tarihinde kardeşlerin birbirlerini öldürmesi büyük bir yer tutmakta… Günümüzde de sık sık halkların kardeşlik çemberi içinde barış içinde yaşayacakları dile getirilmekte.,, Oysa halklar “arkadaş” olurlarsa barış içinde de yaşabilirler. Arkadaşlık birbirine saygıdır, bağlılıktır, paylaşmaktır. Arkadaşlık, kardeşlik duygusunu da barındırır içinde çünkü… Barış içinde birlikte yaşanacaksa “arkadaşlık” bilincine daha bir önem verilmesi gerekmez mi?

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

* 1995’ten bugüne 8 milyon fidanı doğaya kazandıran Ege Orman Vakfı ile işbirliğinde bulunan ve sera gazlarının iklim değişikliğine yol açan karbon ayak izini azaltmak için çalışmalar yürüten Roche, “2011 Dünya Orman Yılı”nda İzmir Seferihisar – Kavakdere mevkiinde 6 bin 600 fidanlık “Roche Çalışanları Korusu” ve 10 bin fidanlık “Roche Ormanı” oluşturdu.
* Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kuruluşunun 80. yılı etkinlikleri kapsamında, Türkiye’de sanata yön veren kavramları, modern sanat tarihi yazımını kuşatan sorunları geriye doğru giderek hatırlamak ve düşünmek için yapılan bir ziyaret niteliğindeki “Suretin Sireti” sergisi 1 kasımda Pera Müzesi’nde açıldı.
*İlk kitabı “Başka Hayatlar” ile 2004 Memet Fuat Deneme Ödülü’nü alan, ilk romanı “Yeni Baştan” 2007’de yayınlanan Nilüfer Kuyaş, “ayrılış travması üzerine yürek burkan bir hikâye” olarak anlattığı ikinci romanı “Ada’daki Ev”de Türkiye’nin siyasal çalkantılarla dolu bir dönemine ışık tutmakta… (Can Yayınları)

İNADINA ŞİİR

Barışı sever bütün çocuklar
beştaş, saklambaç, elim sende
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
barış sözcüğünün halkların dilinde

(Barış koyun çocukların adını)

03 KASIM 2011, BİRGÜN