8 Ekim 2017 Pazar

ŞİİR DÜŞÜNDÜ, DÜŞLERİ ŞİİRDİ

Anılarımın “not” defterinde ne zaman Edip Cansever’in adını arasam, karşılığına “şiir ile düşündü, şiir ile yaşadı, düşlerinde hep şiir vardı” gibi cümleler düşüyor.
“Gül içinde sümbülün iç çekişi” de denebilir buna...
Ve “bazı olayların tarihçisi” olarak çok sesli bir şiirin yaratıcısı...
Memet Fuat, “Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi”nin “Giriş”inde Cansever’in şiirini şöyle değerlendirir:
“Özgünlüğü kendisinden esinlenenleri damgalayıp ‘taklitçi’ durumuna düşürecek boyutlardaydı. Bu yüzden tek kaldı. İkinci Yeni içindeki yeri, anlama verdiği önemle, Turgut Uyar’a yakındı. Anlatılamayan, anlatılmadan kalan şeyleri bulup çıkarmaya, anlatmaya çabaladı. Orta malı edilmemiş anlamları sadece insanın iç dünyasında değil, yaşamın çeşitli dış görünümlerinde de yakalamayı başardı.”
Cansever’in şiir kitapları hep kendi içlerinde bir tema bütünlüğü taşımalarıyla dikkat çekti. Şiiri “uzun” tutmaya eğilimliydi. Sözü, anlamın dar kalıplarına sıkıştırmadı.
“Tragedyalar”ın gün ışığına çıktığı günlerden kalan bu lezzet, son kitaplarından “Oteller Kenti”ne kadar varlığını sürdürdü. Güncellikten yola çıkarak güncelin sınırlarını genişletti. Duruşlardan durumlara geçişin sınırlarını zorladı.
Doğrudan bir söyleyiş yerine iç konuşmalarla, kendi kendine de sorular sorarak ve yargılayarak geçmişi, şimdiyi ve geleceği sorguladı.
Amacını şöyle açıklıyordu: “Şairin amacı bir şey’i güncelliğe getirmek değil, o şey’i güncellikten ayıklayarak genelleştirmek, bir bakıma evrenselleştirmektir.”
Bu bakımdan olağan durumların da şiiri değildi yazdıkları... “Çekildiği zaman fotoğraf olmamış, çekilmediği zaman fotoğraf olmuş bir fotoğraf” gibiydi kimi şiirleri...
İletişimsizlikle iç içe duran bir iletişimin şiiri... Çünkü geçmiş, silindikçe bugün ile donanmış; şimdi, gelecek ile süslenmişti.
Yaşamı boyunca “insan” çevresinde dönenen bir şiiri yazmayı amaçladı.
Tomris Uyar ile konuşmasında şöyle diyordu: “Gelişmeye inanmıyorum. Kendi adıma, bir eksen çevresinde şiirimi büyütmeye çalışıyorum. Gerçekte, sanatçıların çok derinlerden tutundukları bir ana damar vardır. Üstte kalan bazı değişimler silinip, yitip gidebilir. Önemli olan, o damarı çeşitlendirmektir.”
Şiirleri kadar, şiir üzerine yazdıkları ile de kuşağını ve sonrasını etkiledi.

SENİ SEVDİM, ŞİİRİNİ DEĞİL...

12 Eylül’ün azgın günlerinde askere alındım. O dönemde yazdığım şiirler, askerliğimin hemen bitiminde, Yazko Yayınları arasında “Nereye Uçar Gökyüzü” başlığı ile çıktı ve 1983’te de Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı.
O yıllarda ödül, Necatigil’in Beşiktaş’taki evinde ve ölüm tarihi olan 13 aralıkta veriliyordu. Aklımda kaldığına göre seçici kurulda Rauf Mutluay, Oktay Akbal, Fethi Naci, Edip Cansever, Hilmi Yavuz ve Doğan Hızlan vardı. Sanıyorum beni ödüle Rauf Mutluay önermişti.
Ödül sonrası sohbet ederken Cansever, “Seni insan olarak seviyorum, ama şiirin benim anlayışıma pek uymuyor. Bu yüzden oyumu sana vermedim.” diyecekti.
Böylesine de açık sözlü bir şairdi.

DERGİYE KATKI

Cemal Süreya’nın “Papirüs” dergisini çıkardığı 60’lı yılların sonları… Cemal Süreya “Papirüs”ün Cağaloğlu’ndaki idarehanesine, kapı önünde paspas olarak kullanılmak üzere evinden bir küçük halı parçası getirmiştir. Birkaç gün sonra Kapalıçarşı’da babasından kalma antikacılığı sürdüren Edip Cansever gelir “Papirüs”e... O küçük halı parçası da meğer bir değerli antikadır ve Cemal Süreya dahil, kimsenin bundan haberi yoktur.
Cansever, hemen o halı parçasını Kapalıçarşı’ya gönderir.
Halı parçasının parası “Papirüs”ün epeyce bir sayısının maliyetini karşılayacaktır.

“PETROL” NEYİN KİTABIDIR?

Şair Kemal Özer’in 60’lı yıllarda Beyazıt Beyaz Saray’da bir kitabevi vardır: Uğrak…
Kemal Özer o yıllarda Cumhuriyet gazetesinde de düzeltmen olarak çalışmaktadır. Gazeteye gittiği günlerde kitabevinde önce Süreyya Kanıpak (Berfe), sonra da ben çalışacaktım.
Özer ve çalışanları şair olduğu için şiir kitaplarına ayrı bir özen gösterirler, vitrini şiir kitaplarıyla bezerlerdi.
Edip Cansever’in 1959 yılında çıkan “Petrol” şiir kitabı da bir süre vitrinde kalır.
Ve bir gün bir okur gelecek, sevinçle “Petrol” kitabını alacaktır.
Ama birkaç gün geçince aynı okur tekrar gelerek “Ben bunu petrol üzerine bir kitap sanmıştım, bu meğer şiir kitabıymış” diyerek kitabı tezgâha bırakıp gidecektir.
  
HER ŞİİR BİR “ANLATMA”DIR

Bütün sanatların şiire, şiirin de sanatlara katkısı vardır elbette. Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir “anlatma” söz konusudur burada da. Ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir “anlatma” değilse nedir? Ekleyeyim: Sait Faik’in “Hişt Hişt” öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü vardır. Diyebilirim ki, bütün sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.
EDİP CANSEVER

HAYATININ AMACI ŞİİRDİ

*08 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu.
*1946’da İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladı.
*Yüksek Ticaret Okulu’nu bitirmeden ayrıldı.
*1950’den sonra Kapalıçarşı’da turistik eşya ticareti yaptı.
*Halı konusunda uzmandı.
*1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı.
*İlk şiiri 01 Mart 1944’te “İstanbul” dergisinde yayınlandı.
*Arkadaşlarıyla sekiz sayı “Nokta” dergisini çıkardı (15.01.1951 -15.11.1951).
*28 Mayıs 1986’da İstanbul’da öldü.



Hiç yorum yok: