Anılarımın “not” defterinde ne zaman
Edip Cansever’in adını arasam, karşılığına “şiir ile düşündü, şiir ile yaşadı,
düşlerinde hep şiir vardı” gibi cümleler düşüyor.
“Gül içinde sümbülün iç çekişi” de
denebilir buna...
Ve “bazı olayların tarihçisi” olarak
çok sesli bir şiirin yaratıcısı...
Memet Fuat, “Çağdaş Türk Şiiri
Antolojisi”nin “Giriş”inde Cansever’in şiirini şöyle değerlendirir:
“Özgünlüğü kendisinden esinlenenleri
damgalayıp ‘taklitçi’ durumuna düşürecek boyutlardaydı. Bu yüzden tek kaldı.
İkinci Yeni içindeki yeri, anlama verdiği önemle, Turgut Uyar’a yakındı.
Anlatılamayan, anlatılmadan kalan şeyleri bulup çıkarmaya, anlatmaya çabaladı.
Orta malı edilmemiş anlamları sadece insanın iç dünyasında değil, yaşamın
çeşitli dış görünümlerinde de yakalamayı başardı.”
Cansever’in şiir kitapları hep kendi
içlerinde bir tema bütünlüğü taşımalarıyla dikkat çekti. Şiiri “uzun” tutmaya
eğilimliydi. Sözü, anlamın dar kalıplarına sıkıştırmadı.
“Tragedyalar”ın gün ışığına çıktığı
günlerden kalan bu lezzet, son kitaplarından “Oteller Kenti”ne kadar varlığını
sürdürdü. Güncellikten yola çıkarak güncelin sınırlarını genişletti.
Duruşlardan durumlara geçişin sınırlarını zorladı.
Doğrudan bir söyleyiş yerine iç
konuşmalarla, kendi kendine de sorular sorarak ve yargılayarak geçmişi, şimdiyi
ve geleceği sorguladı.
Amacını şöyle açıklıyordu: “Şairin
amacı bir şey’i güncelliğe getirmek değil, o şey’i güncellikten ayıklayarak
genelleştirmek, bir bakıma evrenselleştirmektir.”
Bu bakımdan olağan durumların da
şiiri değildi yazdıkları... “Çekildiği zaman fotoğraf olmamış, çekilmediği
zaman fotoğraf olmuş bir fotoğraf” gibiydi kimi şiirleri...
İletişimsizlikle iç içe duran bir
iletişimin şiiri... Çünkü geçmiş, silindikçe bugün ile donanmış; şimdi, gelecek
ile süslenmişti.
Yaşamı boyunca “insan” çevresinde
dönenen bir şiiri yazmayı amaçladı.
Tomris Uyar ile konuşmasında şöyle
diyordu: “Gelişmeye inanmıyorum. Kendi adıma, bir eksen çevresinde şiirimi
büyütmeye çalışıyorum. Gerçekte, sanatçıların çok derinlerden tutundukları bir
ana damar vardır. Üstte kalan bazı değişimler silinip, yitip gidebilir. Önemli
olan, o damarı çeşitlendirmektir.”
Şiirleri kadar, şiir üzerine
yazdıkları ile de kuşağını ve sonrasını etkiledi.
SENİ SEVDİM, ŞİİRİNİ DEĞİL...
12 Eylül’ün azgın günlerinde askere
alındım. O dönemde yazdığım şiirler, askerliğimin hemen bitiminde, Yazko
Yayınları arasında “Nereye Uçar Gökyüzü” başlığı ile çıktı ve 1983’te de Behçet
Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı.
O yıllarda ödül, Necatigil’in
Beşiktaş’taki evinde ve ölüm tarihi olan 13 aralıkta veriliyordu. Aklımda
kaldığına göre seçici kurulda Rauf Mutluay, Oktay Akbal, Fethi Naci, Edip
Cansever, Hilmi Yavuz ve Doğan Hızlan vardı. Sanıyorum beni ödüle Rauf Mutluay
önermişti.
Ödül sonrası sohbet ederken
Cansever, “Seni insan olarak seviyorum, ama şiirin benim anlayışıma pek
uymuyor. Bu yüzden oyumu sana vermedim.” diyecekti.
Böylesine de açık sözlü bir şairdi.
DERGİYE KATKI
Cemal Süreya’nın “Papirüs” dergisini
çıkardığı 60’lı yılların sonları… Cemal Süreya “Papirüs”ün Cağaloğlu’ndaki
idarehanesine, kapı önünde paspas olarak kullanılmak üzere evinden bir küçük
halı parçası getirmiştir. Birkaç gün sonra Kapalıçarşı’da babasından kalma
antikacılığı sürdüren Edip Cansever gelir “Papirüs”e... O küçük halı parçası da
meğer bir değerli antikadır ve Cemal Süreya dahil, kimsenin bundan haberi
yoktur.
Cansever, hemen o halı parçasını
Kapalıçarşı’ya gönderir.
Halı parçasının parası “Papirüs”ün
epeyce bir sayısının maliyetini karşılayacaktır.
“PETROL” NEYİN KİTABIDIR?
Şair Kemal Özer’in 60’lı yıllarda
Beyazıt Beyaz Saray’da bir kitabevi vardır: Uğrak…
Kemal Özer o yıllarda Cumhuriyet
gazetesinde de düzeltmen olarak çalışmaktadır. Gazeteye gittiği günlerde
kitabevinde önce Süreyya Kanıpak (Berfe), sonra da ben çalışacaktım.
Özer ve çalışanları şair olduğu için
şiir kitaplarına ayrı bir özen gösterirler, vitrini şiir kitaplarıyla
bezerlerdi.
Edip Cansever’in 1959 yılında çıkan
“Petrol” şiir kitabı da bir süre vitrinde kalır.
Ve bir gün bir okur gelecek,
sevinçle “Petrol” kitabını alacaktır.
Ama birkaç gün geçince aynı okur
tekrar gelerek “Ben bunu petrol üzerine bir kitap sanmıştım, bu meğer şiir
kitabıymış” diyerek kitabı tezgâha bırakıp gidecektir.
HER ŞİİR BİR “ANLATMA”DIR
Bütün sanatların şiire, şiirin de sanatlara katkısı vardır elbette.
Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir “anlatma” söz
konusudur burada da. Ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir
“anlatma” değilse nedir? Ekleyeyim: Sait Faik’in “Hişt Hişt” öyküsünde ne kadar
şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü vardır. Diyebilirim ki, bütün
sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal
gereçleridirler.
EDİP CANSEVER
HAYATININ AMACI ŞİİRDİ
*08 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu.
*1946’da İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladı.
*Yüksek Ticaret Okulu’nu bitirmeden ayrıldı.
*1950’den sonra Kapalıçarşı’da turistik eşya ticareti yaptı.
*Halı konusunda uzmandı.
*1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı.
*İlk şiiri 01 Mart 1944’te “İstanbul” dergisinde yayınlandı.
*Arkadaşlarıyla sekiz sayı “Nokta” dergisini çıkardı (15.01.1951
-15.11.1951).
*28 Mayıs 1986’da İstanbul’da öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder