1950’li
yılların sonu, “Yaprak” dergisinin çıkmaya başladığı günler. Ankara’da “Yeni
Hayat Lokantası”, müdavimlerinin deyişi ile “Kürdün Meyhanesi”nde Fahir Aksoy
ve Orhan Veli demlenmektedirler.
Masada
leblebi, bayırturpu ve sirkeye kesmiş şaraptan başka bir şey yoktur. Tabii
hesabı ödeyecek para da...
Bir ara
masalarına tanımadıkları biri yanaşır. Önce polis olduğunu sanırlar. Adam
kendisini tanıtır:
“Ben doğulu
bir şairim. Sizi şiirlerinizden tanırım. Demin oturduğum masada adınız geçti.
İzninizle birkaç dakika konuşabilir miyiz?”
Orhan
Veli’den “olur”u alan doğulu şair, hemen masayı arnavutciğeri, şişkebabı,
piyaz, koç yumurtasıyla donatır.
Şarap kadehleri
ardı ardına yuvarlanır.
Şairin çenesinin
ayarı kaçmıştır:
“Orhan Bey,
kusuruma bakmayın, sen ve arkadaşların o güzelim Türk şiirini mahvettiniz. Bu
kof ününüz fazla sürmeyecektir. Ben ölçülü, aruzlu şiiri çok iyi bilirim. Siz
ise bilmediğiniz için böyle tuhaflıklar yapmaktasınız.”
Fahir Aksoy,
şairi tutup meyhaneden atmak için sabırsızlanmaktadır.
Orhan Veli
oldukça sakindir.
Şair
sürdürür:
“Şimdi aruzla
yazdığım bir şiirimi okusam ölçüsünü bulamazsınız. Okuyorum, bulun bakalım,
hodri meydan!”
Şair, şiirini
okur. Çevre masalar da kulak kesilmiştir.
Orhan Veli,
istifini bozmadan “Şiirinizin 4, 9, 17, 23 ve 30’uncu dizelerinde ölçü kusuru
var beyefendi” deyiverir.
Şair çılgına
dönmüştür:
“Orhan Bey,
sen daha şiirin ölçüsünü söylemedin. Söyle bakalım ölçüsünü?”
Orhan Veli,
“Biliyorum beyefendi” diyecek olur.
Şair ısrar
etmektedir.
Orhan Veli
açıklar:
“Peki
efendim, söyleyeyim. Kullandığınız ölçü ‘failatün /failatün / failün’dür.
Yalnız dediğim gibi şiirinizde beş kusur var.”
Sonrasında
doğulu şair, “Ben bir şey bilmiyormuşum” deyip duracak ve masanın bütün
hesabını ödeyecektir.
Orhan Veli,
hemen herkesle arkadaşlık kuran bir kişiliğe sahiptir.
Bir gün Park
Otel’in balkonunda Yahya Kemal ile otururken, birkaç kadehten sonra söz dönüp
dolaşır şiire gelir.
Bir ara Yahya
Kemal sorar:
“Duymadığımız
bir şeyler var mı?”
“Var efendim”
der Orhan Veli:
“Lütfetmez
misiniz?”
Orhan
Veli’nin muzipliği üzerindedir.
Aruz ile
yazdığı “Efsâne” başlıklı şiirini okur:
“Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece sahilde sular fecre kadar çağlardı
O çağıltıyla beraber döğünürdü def ü çenk
Bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk
Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler muğbeçeler mest bütün mecliste
Ve o hâletle bütün kahkahalar rağmeleşir
Dilde Yahya Kemal’in şarkısı şehnâmeleşir
O gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Lâkin artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses sada yok bu değil sanki o devlethâne”
Yahya Kemal,
şiirde kendi adı da geçtiği için mest olmuştur.
Kadehinden
bir yudum aldıktan sonra sevinçle, “Aziz şair” der, “şiirini çok beğendim,
biraz daha gayret etseniz bizi de geçeceksiniz.”
Ama Orhan
Veli’nin yanıtı karşısında donup kalacaktır:
“Aman
efendim, ciddiye almayın, biz bunları alay olsun diye yazıyoruz.”
11 ŞUBAT 2016, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder