Aziz
Nesin, “cimri” diye bilinir, oysa tam tersine “tutumlu”dur. Düşüncelerini dobra
söyleme konusunda, cimrilik bir yana oldukça da cömerttir.
Başkanı
olduğu Türkiye Yazarlar Sendikası’nın Yönetim Kurulu toplantılarında içilen ilk
çayların parası sendika tarafından ödenirken, ikinci ve sonraki çayların
parasını kim içmişse o ödeyecektir. Yine sendikaya gelen mektup ya da
evrakların zarfları atılmayacak, daha sonra ters çevrilerek kullanılacaktır.
Ama
Babıâli’de cimrilik söz konusu oldu mu, ilk akla gelen Tan gazetesi sahibi,
yayıncı Halil Lütfü Dördüncü’dür. Mesela matbaada çöpe atılacak ampülleri
biriktirdiği, daha sonra bunların metal ve cam kısımlarını ayrı ayrı sattığı
söylenir. Diyelim benzine zam geldi, arabası olmadığı halde şikâyete
başlayacak, nedenini de şöyle açıklayacaktır: “Biz de çakmak kullanıyoruz.”
Yaşamı buna benzer tevatürlerle örülüdür.
Türkiye’de
ilk kadın ve işçi hakları savunucusu, tıp (göz doktoruydu), felsefe, toplum,
siyaset konularında 70 kitabın yazarı Abdullah Cevdet, gönlü çok cömert
olmasına karşın, cimriliği ile bilinmektedir.
Yusuf
Ziya Ortaç’a göre sahibi olduğu “İçtihad” dergisini en ucuz matbaada, en ucuz
kâğıda, en ucuz mürekkeple bastırmaktadır.
Bir
gün “Bu dergiyi evladım kadar seviyorum” deyince, Yusuf Ziya dayanamayacaktır:
“Üstat, biraz da evlat gibi baksanız, evlatlık gibi değil.”
Yusuf
Ziya’nın anlattığına göre “Türk Yurdu” dergisinde çıkan şiiri için bir “sarı
altın” almaktadır. Fakat üç yıldır “İçtihad”da yazmasına karşın, beş kuruş
telifi hak etmemiştir.
Bir
gün yazılarının karşılığı isteyecek olur.
Sonrasını
şöyle anlatıyor Yusuf Ziya:
“Bir insan yüzünün bir anda bu kadar karardığını görmemiştim hiç. Nabzı
durdu, nefesi durdu galiba... Sonra, her zamanki tatlı, yumuşak sese benzemeyen
bir iniltiyle cümle olmayan kelimeler hıçkırdı:
- Vallahi...
bilmezsiniz... Ne yapsak ki... Sizi severim... Kırmak da istemem... Durun bakayım!
Durdum. O salondan çıktı, bekledim,
bekledim, bekledim. Sonra geldi elini ceketimin dış cebine soktu, boşluğa
dökülen bir para şıngırtısı duydum:
-İçtihad'ın bütün
mevcudunu takdim ediyorum, dedi, artık...
Devam edemedi. Ağlayacak diye
korktum ve teşekkürlerle ayrıldım.
Merdivenleri
inerken, hayalimde hesap ediyordum:
-En az yüz şiirim
çıktı şimdiye kadar... Türk Yurdu'nun ölçüsüyle birer lira verse, tam yüz lira
eder... Yarımşar lira verse, elli lira
eder... Bunun da yarısını verse yirmi beş lira... Yirmi beş altın! O günlerde,
Beyoğlu’nun eşsiz terzisi Boter en güzel İngiliz kumaşından bir kat elbiseyi
yedi liraya dikerdi. İstanbul’un en güzel lokantalarında kendinize, iki liraya
bir ay ziyafet çekebilirdiniz!
Cağaloğlu’ndaki İçtihad Evi’nden biraz
uzaklaşınca elimi cebime soktum, avucum doldu...
Bu avuç dolusu paranın hepsi... yirmi üç
kuruştu!”
Eli sıkılardan bir yazar da, 87 yıllık
ömrünü okumak, aramak ve yazmakla geçiren İbn-ül-Emin Mahmut Kemal’dir.
Yemez
içmez, giyime kuşama para harcamaz.
Fakat bir ömür boyu sabırla topladığı
kitapları üniversiteye, biriktirdiği altınları da hayır kurumlarına
bağışlayarak cömertlik gösterecektir.
Bana sorarsanız, bugüne kadar hayatımda
cimrilik yapmak için ne malım mülküm, ne de param pulum oldu.
17 ARALIK
2015, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder