Geçen 14
Kasım Cumartesi Orhan Veli’nin 65. ölüm yılıydı.
36 yılda
yaşadığı o günler, şairin Yüksekkaldırım’da Eleni’yi öpüp Melahat ile Alemdar sinemasına
gittiği günlerdir.
O
günler, denizden yeni çıkmış ağların kokusunda yelkovan kuşlarının peşi sıra
ada ada dolaşmanın günleridir.
O
günler, dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul’u dinlemenin günleridir.
O
günler, Ankara’da Karpiç Lokantası’nda Yahya Kemal ile şiir üzerine düello
edildiği günlerdir.
İşte
kavgayla döğüşle, içkiyle işretle aralıklı bu günler, 10 Kasım 1950 gecesine
kadar zamanın kozasını örmeye edecektir.
Fakat o
gece, Ankara’da bu koza aniden yırtılır.
Şair, o
gece karanlık bir sokakta içkili bir vaziyette yürürken belediyenin kazdırdığı
bir çukura düşecektir.
Başında
hafif bir yara vardır.
İki gün
sonra da Kapalıçarşı’nın giyilmemiş çamaşır kokusuyla İstanbul’un yolunu
tutacaktır.
Kafatasının
içinde Beykoz’daki çocukluğundan yadigâr ayva ve nar kokusu yerine müthiş bir
ağrı hüküm sürmektedir şimdi.
14 Kasım
Salı günü bir arkadaşının evinde öğle yemeğine oturduğunda fenalaşır. Hemen
hastaneye kaldırılır. Doktorlar “alkol zehirlenmesi” derler ama, canının
yongasını biçen beyin kanamasıdır.
O gece
saat 20.00’de komaya girecek ve 23.20’de de can kuşu ten kafesinden uçacaktır.
Ve
şairin ölümünün nedeni, 15 Kasım 1950 Çarşambanın gazetelerinde “alkol yüzünden
zehirlendi” olarak yer alacaktır.
16 Kasım
Perşembe günü Sanat Dostları Cemiyeti tarafından yüzünün kalıbı alınır, bu
arada da şaire otopsi yapılır.
Asıl
ölüm nedeni işte o zaman anlaşılacaktır: Beyin kanaması...
17 Kasım
Cuma günü cenazesi Beyazıt camisinden kaldırılır. Gazeteciler Cemiyeti’ne
getirilen tabutu, Sirkeci’ye kadar eller üzerinde taşınacak ve Aşiyan
mezarlığında toprağa verilecektir.
Orhan Veli’nin İstanbul’a geldiğinde çok sık gittiği Lambo’nun meyhanesi
Çiçek Pasajı’nın arka sokağında, tramvay büyüklüğünde bir mekândır.
Sait Faik, Mücap Ofluoğlu, Orhan Kemal, Suavi Koçer, Bedri Rahmi, Orhan
Peker, Abidin Dino gibi şair, yazar, ressamların uğrak yeridir.
Lambo Çar yanlısı bir Rustur.
Ucuz şarap satar. Mürefte şarabını Trakya şarabı olarak sunar. Kimi
zaman da lüks şarap şişelerine kaliteli şarapları enjekte eder. Ancak bu,
müşteriler için değil, kendi “familya”sı içindir.
Lambo’nun bir veresiye defteri vardı.
Defter zamane şairlerinin yazdığı şiirler ve Lambo’ya şarap borcu
olanların adlarıyla doludur.
Galiba “komünist” suçlamasıyla meyhane kapanınca, defter de kaybolacaktır.
O yılların müdavimlerinden Erol Günaydın’a göre deftere “Milli Emniyet”
el koymuştur.
Meyhanenin bir özelliği de müdavimlerin şişede kalan şarabı daha sonra
içmek üzere Lambo’ya teslim etmeleridir.
Bu nedenle herkesin şarap şişesi işaretlidir.
“Canan ki Degüstasyon’a gelmez,
Balıkpazarı’na hiç gelmez!”
Orhan Veli’nin kendi eliyle bankonun üzerinde yazdığı ve Lambo’ya
adadığı bu iki dize ise uzun yıllar bir camekânda yaşamını sürdürecektir.
Macit Cevat’ın aktardığına göre Orhan Veli, ölümünden önce, “son akşam”
Lambo’nun meyhanesindedir. (SEK, s: 3, 1976)
Şarabından
bir kaç yudum içmiştir ki, bir haber gelir.
Ankara’dan
bir arkadaşı gelmiştir, onu beklemektedir.
Orhan Veli,
yarım kalan şarabını Lambo’ya teslim eder ve gider.
Ve ertesi
gün şairin ölüm haberi gelecek, şarap şişesi ise Lambo’nun rafında kalacaktır.
Ya şarabın
hepsini içseydi…
19 KASIM
2015, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder