Benden dört yaş küçük
kardeşim, rahmetli Şefik hayatının bir döneminde Beyazıt ile Bakırköy arasında
minibüs şoförlüğü yapmıştı.
60’lı yılların sonları...
Minibüsler sekiz kişi
alıyor, ayrıca paraları toplayan, müşteriye çığırtkanlık yapan bir de muavin
bulunuyordu.
Şefik işine titizdi.
Muavini bir hata yapsa ya
da yolculardan biri ineceği durağı kaçırsa Şefik hemen uyarırdı:
“Hey abidin uyuma,
kendine gel.”
O yılların şoför
argosunda “abidin”in böyle bir anlamı vardı.
O yıllarda ben de
“abidin”in bu anlamında yola çıkarak bir şiir yazmıştım.
“MADE IN U.S.A.
Eski karanlık. Sarı
toprak. Hey abidin
Yaşlı kubbe. Ağaçlar
- Yılların yüzüme
aşıladığı rüzgâr
Mübarek su
Amasya’da elmanın
alınterini biçen kim
Zonguldak’ta kömürün
alınterini biçen kim
Zeytinin, üzümün,
petrolün alınterini
Devrimci kardeşlerimin
kanını biçen kim
Kim ışıldıyor hey abidin
bu sabah
şanlı mavzerde, aydınlık
kanda.”
Anlaşılacağı üzre ey
halkım demek istiyordum, senin alınterini çalıyorlar, artık uyuma...
Şiir önce “Soyut”
dergisinde, daha sonra da ilk kitabım “Kuş Tufanı”nda yayımlandı.
O sırada Cumhuriyet
gazetesinde yeni işe başlamışım.
Hayatım Beyazıt ile
Çağaloğlu arasında geçiyor.
İzinli günlerimde
Çınaraltı’nda vakit öldürüyor, akşamları Beyazıt ya da Aksaray meyhanelerinde
sabahın nöbetini tutuyordum.
Bu arada “Soyut”
dergisine şiir dışında Sıtkı Sipahioğlu, Fikret Kaynakçı, Ali Yanardağ gibi
takma adlarla değinmeler, kitap tanıtma yazıları yazıyordum.
Kimi akşamlar “Soyut”
dergisinin sahibi Halil İbrahim Bahar, Muzaffer Buyrukçu, Günel Altıntaş,
Behçet Necatigil Beyazıt’ta bir Karadeniz lokantasında yemek yiyor, günün
kültür-sanat sorunlarını tartışıyorduk.
Halil İbrahim Bahar
Karadenizli idi ve Beyazıt’ta Mithatpaşa caddesinin başında bir evde tek başına
oturuyordu. Akşam yemeklerini de genellikle bu Karadeniz lokantasında yiyordu.
Bir gün “Soyut”a verdiğim
emekten dolayı Halil İbrahim Bahar, “Sana telif veremiyoruz. Ama ben Abidin
Beye söyledim, ayda iki kez buraya geleceksin, kuru fasulye ve pilavla bir
küçük rakının yarısını içecek, hiçbir ücret ödemeyeceksin.” (Edebiyatın, daha
doğrusu şiirin bir de böyle bir yanı var.)
Abidin Bey, lokantanın
yaşlı garsonu idi.
Bir süre menü böyle, yani
kuru fasulye, pilav olarak gitti.
Bu sırada “Soyut”ta,
içinde “abidin” geçen “Made in U.S.A.” başlıklı şiirim yayımlandı.
Ve birden menünün
değiştiğinin farkına vardım.
Abidin Bey, rakıyı tam
şişeyle getiriyor, fasulyenin yanına iki-üç köfte de koyuyordu.
Nedenini sorduğumda “Sen
benim şiirimi yazmışsın,” demişti, “yarısı benden, yarısını da Halil İbrahim
Bey’e yazarım”
Bir süre sonra içinde bu şiirimin de yer
aldığı “Kuş Tufanı” kitabım çıktı.
Tabii hemen Abidin Bey
için imzaladım.
Sonrası mı?
Kitabın çıkışından birkaç
gün sonra Sahaflar çarşısından geçiyorum.
Ak Kitabevi önünde
İbrahim Derbeder yolumu kesti.
“Gel gel” dedi, “kitabın
dün çıktı, bugün işportaya düştü. Ne iş bu?”
Gerçekten de “Kuş
Tufanı”, kitabevinin önündeki ucuz kitaplar arasında boynu bükük duruyordu, iç
kapağında benim imzamla...
Arka kapağında yazan “Beş” lira
bir tükenmez kalemle karalanmıştı.
“Sabah” dedi, “yaşlı bir
adam getirdi, 50 kuruşa aldım.”
Israrıma rağmen
Derbeder’den kitabımı geri alamadım.
Abidin, abidinliği
yapmıştı.
12
KASIM 2015, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder