12 Kasım 2015 Perşembe

ABİDİN

Benden dört yaş küçük kardeşim, rahmetli Şefik hayatının bir döneminde Beyazıt ile Bakırköy arasında minibüs şoförlüğü yapmıştı.
60’lı yılların sonları...
Minibüsler sekiz kişi alıyor, ayrıca paraları toplayan, müşteriye çığırtkanlık yapan bir de muavin bulunuyordu.
Şefik işine titizdi.
Muavini bir hata yapsa ya da yolculardan biri ineceği durağı kaçırsa Şefik hemen uyarırdı:
“Hey abidin uyuma, kendine gel.”
O yılların şoför argosunda “abidin”in böyle bir anlamı vardı.
O yıllarda ben de “abidin”in bu anlamında yola çıkarak bir şiir yazmıştım.

MADE IN U.S.A.

Eski karanlık. Sarı toprak. Hey abidin
Yaşlı kubbe. Ağaçlar
- Yılların yüzüme aşıladığı rüzgâr
Mübarek su
Amasya’da elmanın alınterini biçen kim
Zonguldak’ta kömürün alınterini biçen kim
Zeytinin, üzümün, petrolün alınterini
Devrimci kardeşlerimin kanını biçen kim
Kim ışıldıyor hey abidin bu sabah
şanlı mavzerde, aydınlık kanda.”

Anlaşılacağı üzre ey halkım demek istiyordum, senin alınterini çalıyorlar, artık uyuma...
Şiir önce “Soyut” dergisinde, daha sonra da ilk kitabım “Kuş Tufanı”nda yayımlandı.
O sırada Cumhuriyet gazetesinde yeni işe başlamışım.
Hayatım Beyazıt ile Çağaloğlu arasında geçiyor.
İzinli günlerimde Çınaraltı’nda vakit öldürüyor, akşamları Beyazıt ya da Aksaray meyhanelerinde sabahın nöbetini tutuyordum.
Bu arada “Soyut” dergisine şiir dışında Sıtkı Sipahioğlu, Fikret Kaynakçı, Ali Yanardağ gibi takma adlarla değinmeler, kitap tanıtma yazıları yazıyordum.
Kimi akşamlar “Soyut” dergisinin sahibi Halil İbrahim Bahar, Muzaffer Buyrukçu, Günel Altıntaş, Behçet Necatigil Beyazıt’ta bir Karadeniz lokantasında yemek yiyor, günün kültür-sanat sorunlarını tartışıyorduk.
Halil İbrahim Bahar Karadenizli idi ve Beyazıt’ta Mithatpaşa caddesinin başında bir evde tek başına oturuyordu. Akşam yemeklerini de genellikle bu Karadeniz lokantasında yiyordu.
Bir gün “Soyut”a verdiğim emekten dolayı Halil İbrahim Bahar, “Sana telif veremiyoruz. Ama ben Abidin Beye söyledim, ayda iki kez buraya geleceksin, kuru fasulye ve pilavla bir küçük rakının yarısını içecek, hiçbir ücret ödemeyeceksin.” (Edebiyatın, daha doğrusu şiirin bir de böyle bir yanı var.)
Abidin Bey, lokantanın yaşlı garsonu idi.
Bir süre menü böyle, yani kuru fasulye, pilav olarak gitti.
Bu sırada “Soyut”ta, içinde “abidin” geçen “Made in U.S.A.” başlıklı şiirim yayımlandı.
Ve birden menünün değiştiğinin farkına vardım.
Abidin Bey, rakıyı tam şişeyle getiriyor, fasulyenin yanına iki-üç köfte de koyuyordu.
Nedenini sorduğumda “Sen benim şiirimi yazmışsın,” demişti, “yarısı benden, yarısını da Halil İbrahim Bey’e yazarım”
  Bir süre sonra içinde bu şiirimin de yer aldığı “Kuş Tufanı” kitabım çıktı.
Tabii hemen Abidin Bey için imzaladım.
Sonrası mı?
Kitabın çıkışından birkaç gün sonra Sahaflar çarşısından geçiyorum.
Ak Kitabevi önünde İbrahim Derbeder yolumu kesti.
“Gel gel” dedi, “kitabın dün çıktı, bugün işportaya düştü. Ne iş bu?”
Gerçekten de “Kuş Tufanı”, kitabevinin önündeki ucuz kitaplar arasında boynu bükük duruyordu, iç kapağında benim imzamla...
Arka kapağında yazan Beş lira bir tükenmez kalemle karalanmıştı.
“Sabah” dedi, “yaşlı bir adam getirdi, 50 kuruşa aldım.”
Israrıma rağmen Derbeder’den kitabımı geri alamadım.
Abidin, abidinliği yapmıştı.


12 KASIM 2015, BirGün

Hiç yorum yok: