26 Kasım 2015 Perşembe

KOLAYCI YAZARLAR

1001 Gece Denemeleri’nin nakış ustası Salâh Birsel’e göre, onun deyişiyle “kolaycı yazarlar”ın başında Ahmet Mithat vardır. Üstat, altı büyük kitabını üç yılda döktürmüştür. Çağdaşlarına göre “Kırk beygir gücünde bir yazı makinesi”dir. (Şiir ve Cinayet, Çağdaş Yayınları, 1975)
Ahmet Mithat, “Tercüman” gazetesini çıkardığı günlerde yazarların işi bırakması üzerine gazetenin bütün yazılarını tek başına yazacaktır.
Hüseyin Rahmi de Ahmet Mithat’ın izinden giden bir yazardır. Nedeni de gazetelerden tefrika başına para almasıdır.
Eski zamanda “tefrika” yazarların ek bir geçim aracı idi, özellikle de romancılar için…
Roman önce bir gazetede ya da haftalık dergide tefrika edilecek, sonra bir yayınevi tarafından yayımlanacaktır. Böylece yazar hem gazeteden, hem yayınevinden telif almış olacaktır.
Klasik Rus romanlarının uzunluğunu tefrika geleneğine bağlayanlar olmuştur. O yılların gazeteleri son sayfalarını roman ya da öykülerine ayırıyordur. Yazar da o sayfanın tamamını dolduracak kadar yazmak zorundadır. Bu da daha sonra kitap olarak çıkacak roman ya da öykülerin sayfalarının çokluğuna işarettir.
Birsel’e göre Şair-i Âzam Abdülhak Hamit, “O, benim içtenliğimdir.” dediği Makber'i kırk günde yazmıştır.
Hamit'in bir özelliği de gürültüsüz yerde çalışamamasıdır. “Pek fena huyum vardır. Yazarken ses duymalıyım.” der.
Melih Cevdet Anday’ın iki daktilosu vardır. İkisi de çalışmadığı zaman elle yazmaktadır. “Elle yazmaya da alıştım” demişti bir konuşmamızda, “Biraz da bundan memnunum. Çünkü daktilonun gürültüsü var. Bu yüzden sessiz ve sakin bir yazı usulü elle yazmak. Kolay da geliyor bana. Alıştım, şikâyetim yok.”
Muzaffer Buyrukçu, ona söz söylenmemesi şartiyle en korkunç gürültü içinde bile çalışabilir. “Duymam çünkü” der ve ekler: “Duyduğum sesler hikâyemin ya da romanımın evreninde yaşa­yan kişilerin sesleridir. Kahve­de de, işyerlerinde de yazabili­rim. Yer seçmem. Yeter ki yazacak bir şeyim olsun. Çalışırken sadece kahve ve bol bol sigara içerim...”
Halit Ziya da dirseğini dayayacak bir yer bulur bulmaz yazı yazmaya başlar. Sabahmış akşammış aldırmaz.
Salâh Birsel ise sabah kahvaltıdan yarım saat önce yazı başına oturur. “O yarım saatte çalı­şırsam aklımın bütün altınını kâğıdın üzeri­ne dökmüş oluyorum” diyecektir.
Yusuf Atılgan masa başında çalışamaz. Bir sedire oturarak yazar yazılarını. Çok hızlı yazan biri değildir.
Falih Rıfkı Atay da kolay yazanlardandır. Bir yazısını yarım saatin içine sığdırmasını bilir.
Ama kolay ve çabuk yazma rekoru Hüseyin Cahit Yalçın’dadır. Onun bir saat içinde dört başyazı yazdığı çok görülecektir.
Bunların tersine Tevfik Fikret kendini büyük sıkılara sokmadan bir şiirin üstesinden gelemez.
Damadı Ömer Rıza Doğrul’a göre “Yapıtlarını en çok yırtan sanatçı” Mehmet Akif’tir. Ama şunu da ekler: “Kolay yazmış sanmanız için elinden geldiği kadar güç yazardı.”
Ahmet Haşim ile Yahya Kemal ise kuyumcu titizliğiyle çalışırlar..
Birsel’e göre, Yahya Kemal bu konuda bütün şairlere taş çıkartır. “Açık Deniz”i 15 yılda yazmıştır. En kısa zamanda yazdığı “Deniz” şiiri ise bir yıllıktır.
Sermet Sami Uysal’ın yazdığına göre, 1933 yılında yazılmaya başlanan “Rindlerin Ölümü”nün birinci dörtlüğünün son dizesi uzun bir beklemenin sonunda çıkmıştır ortaya.
Yahya Kemal o gün arkadaşı Celal Sofu’nun bağındadır. Bir merdivenden inerken birden o ünlü :
“Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle”
dizesi şairin ağzından dökülmeye başlar.
Ahmet Haşim de kimi şiirlerini 15 yılda tamamlayabilmiştir. Düzyazılarını da büyük emekler, büyük çabalarla yazacaktır. 
Ben de gazete yazılarımı çok hızlı yazmışımdır. Bir habere ya da röportaja giderken önce bir hazırlık çalışması yaparım ve nerede olursa olsun yazarım. Zaman ve mekân artık önemli değildir.
“Taşın ve İnancın Şiiri Mardin” kitabını 20 günde yazmışımdır.
Şiirler ise önce kafamda mayalanır. Bu arada bir cep defterine notlar alırım, kırık dökük dizeler yazarım. Zamanı gelince de şiir kendisini ele verecektir.

RİNDLERİN ÖLÜMÜ

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;  
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.  
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış  
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.   

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;  
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.  
Ve serin serviler altında kalan kabrinde  
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.                               



26 KASIM 2015, BirGün

Hiç yorum yok: