Zekeriya Sertel’e göre
Ömer Seyfettin, “ortadan biraz yüksek, uzunca boylu, sağlam yapılı, sivil
elbisesi içinde bile asker tavırlı bir adam”dır.
Sertel, Selanik’te
çıkan gündelik “Rumeli” gazetesinde çalışıyor, bir yandan da Nebizade Hamdi ile
“Yeni Felsefe” dergisini çıkarıyordur.
Bu sırada Ömer
Seyfettin ile tanışır. (Nâzım Hikmet ve Babıâli, Adam Yayınları, 1993)
Ömer Seyfettin, iki
özelliği ile dikkatleri çeker:
Birincisi Türk
edebiyatında yeni, “küçük hikâye” örnekleri vermesi, ikincisi dilde sadeleşmeye
önderlik etmesi…
Ömrünün sonlarına doğru subay olduğu ordudan ayrılır, bir süre
öğretmenlik yapar. Fakat onu da bırakır.
Basit ve iddiasız bir yaşamı vardır.
Kalamış koyunda “Münferit Yalı” dediği iki odalı küçük bir evde
yaşamını sürdürmektedir.
İçkisi, kumara, eğlencesi yoktur.
Bütün geliri hikâyelerinden aldığı paradır.
Fakat hikâyelerini satmak için gazete gazete, matbaa matbaa dolaşmaz. Hikâyelerini
hiçbir gazeteye de yayımlanması için önermez.
Babıâli’de, Garbis Efendi adında bir Ermeni kitapçı vardır.
Garbis Efendi’nin bir metre genişlikte dar bir koridora benzeyen
dükkânının kapısından girince, sol taraftaki rafı, Ömer Seyfettin’in hikâyelerine
ayrılmıştır.
Ömer Seyfettin, hikâyelerini buraya bırakır, isteyen gazete ya da
dergi sahibi, buradan istediği kadar hikâye alır.
Bir hikâyenin bedeli beş liradır.
Ömer Seyfettin’den bir hikâye istendiği zaman, “Cancağızım,” der,
"Garbis Efendiye git, orada soldaki raftan istediğini al!”
Oysa o yıllarda çoğu
yayıncı, yazarlara forma başına telif ödemektedir.
Bu yöntemi bir kez
Ömer Seyfettin de “Vakit” gazetesinde yayımladığı bir öyküde dener, sonra
kendisini Yusuf Ziya Ortaç’a şöyle savunacaktır:
“Ne yapayım
cancağızım! Hakkı Tarık öykü başına değil, satırbaşına para veriyor.”
Fakat “Vakit”in sahibi
Hakkı Tarık hileyi anlayacak ve daha sonra ödeme biçimini değiştirecektir.
1919 yılında Zekeriya ve eşi Sabiha Sertel, öğrenimlerini tamamlamak
için Amerika’ya gideceklerdir. Yola çıkmalarına 15 gün vardır. Bu 15 gün için
barınacak bir yer bulmaları gerekmektedir.
İmdatlarına Ömer Seyfettin yetişir.
Ve Kalamış’taki “Münferit Yalı”yı Sertellere bırakır, yakın arkadaşı
Ali Canip’in evine yerleşir.
Bir süre sonra da hastalanır.
Başı yara içindedir.
Hastalığı 25 Şubat 1920’de iyice artar.
4 martta hastaneye kaldırılır.
Önceden teşhis edilmese de, yapılan otopsi sonucunda
hastalığının “şeker” olduğu anlaşılacaktır.
6 Mart 1920’de, 36 yaşında Haydarpaşa Hastanesi’nde
hayata gözlerini yumar.
Cenaze töreninde dost ve arkadaşlarından hemen hiçbiri
yoktur.
Naaşı önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilir. Daha sonra buradan
yol geçeceği ya da araba garajı yapılacağı gerekçesiyle
mezarı 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu
Mezarlığı'na
nakledilecektir.
01 EKİM 2015, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder