Ses, kapanır
kendi üzerine. Yel olur, kaybolur dağların doruğunda, ırmakların rahminde,
gökyüzünün bağrında...
Yağmurun
kimliğiyle düşer toprağa ve suya, acıya ve sevince, sevdaya ve karasevdaya...
Ses, kaybolur
suyun ve ateşin kalbinde, yeryüzünün ve gökyüzünün bedeninde...
Ses yalnız ve
yalnız çocukların dünyasında kaybolmaz.
Bir damla su
olur, yağar gülüşlerine...
Bir çakıl
taşı olur, düşer uykularına...
Bir gökyüzü
olur, durur oyunlarının “ebe”si olarak...
Bir yeryüzü
olur, konar kanatlarına düşlerinin...
Bir rüzgâr
olur, eser dağdan ovaya, acıdan sevince...
O çocuklar,
ölüm yetimi, ecel öksüzü o çocuklar, şimdi gülüşlerinde “deprem”in silinmez
izini de taşıyarak, kimi kilimden bir çadırın gölgesinde, kimi sevginin
sevincin taşsız tarlasında yaşam mücadelesini sürdürmekte...
Kimi,
hayatının sığınağı anne-babasını arayan bir fotoğraf olarak durmakta
çocukluğunun albümünde...
Kimi, çektiği
ve çekeceği acıları, dünyanın en değerli elmasıyla ölçülemeyecek gülüşüne
gömmüş, asla vazgeçemeyeceği bir “oyun”un düşünde...
Şimdi neler
görür uykusunda o çocuklar?
Neler düşer
uykusuzluklarının uçurumuna?
O çocuklar,
bizim çocuklarımız.
Şimdi ölümün
menzilinde duran çocuklar...
Ama
hayatlarının mumu sönmeyen, sevinçleri ve sevgilerinin kandili gece ve gündüz,
suda ve ateşte, havada ve toprakta durmadan yanan çocuklar...
Gölde kamış,
gökyüzünde bulut, dağ başında sis onlarla büyüyor, onların saflığıyla...
Onların
saflığı dünyanın direği...
Çünkü hayat
onlarla güzel...
Güzelim
çocuklar...
Çünkü hayat
onlar...
***
Adapazarı
depreminin haftası dolmuştu. Yukarıdaki yazıyı 24 Ağustos 1999 Salı günü daha önce
çalıştığım gazetede yazmıştım. Bu yazı daha sonra, başka deprem yazılarını da
içeren “Rüzgârla Randevu” başlıklı
kitabımda da yer almıştı.
O büyük
depremin ardından 15 yıl geçti.
Peki, ne
değişti 15 yılda?
Çocuklar,
bizim çocuklarımız bugün de Soma’da,
Roboski’de, Gazze’de
öldürülen; merdiven altı işliklerde, oto tamirhanelerinde üç kuruşa sigortasız
çalıştırılan, Romanlar gibi mahallelerinden kent dışına sürgün edilen; kimi
Ezidi, kimi Filistinli, Türkmen, Suriyeli, Sudanlı çocuklar yetim ve öksüz
değiller mi?
Hani kentsel
dönüşümde öncelik deprem riskli yapılarda olacaktı?
Harcına çocukların
kanı karışan her yapı (yapıdan kastım, bina dışında yaşamı kuşatan her türlü
olgu ve oluşumlar) yıkılmaya mahkûmdur.
MİLAT
Depremin
miladı 17 Ağustostan beri
değişen bir
şey yok hayatta
acının acıya
kardeş olmasından
ve sevincin
anayurdunu
terk
etmesinden başka...
21 AĞUSTOS 2014, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder