21 Ağustos 2014 Perşembe

ÖLÜM YETİMİ, ECEL ÖKSÜZÜ ÇOCUKLAR...

Ses, kapanır kendi üzerine. Yel olur, kaybolur dağların doruğunda, ırmakların rahminde, gökyüzünün bağrında...
Yağmurun kimliğiyle düşer toprağa ve suya, acıya ve sevince, sevdaya ve karasevdaya...
Ses, kaybolur suyun ve ateşin kalbinde, yeryüzünün ve gökyüzünün bedeninde...
Ses yalnız ve yalnız çocukların dünyasında kaybolmaz.
Bir damla su olur, yağar gülüşlerine...
Bir çakıl taşı olur, düşer uykularına...
Bir gökyüzü olur, durur oyunlarının “ebe”si olarak...
Bir yeryüzü olur, konar kanatlarına düşlerinin...
Bir rüzgâr olur, eser dağdan ovaya, acıdan sevince...
O çocuklar, ölüm yetimi, ecel öksüzü o çocuklar, şimdi gülüşlerinde “deprem”in silinmez izini de taşıyarak, kimi kilimden bir çadırın gölgesinde, kimi sevginin sevincin taşsız tarlasında yaşam mücadelesini sürdürmekte...
Kimi, hayatının sığınağı anne-babasını arayan bir fotoğraf olarak durmakta çocukluğunun albümünde...
Kimi, çektiği ve çekeceği acıları, dünyanın en değerli elmasıyla ölçülemeyecek gülüşüne gömmüş, asla vazgeçemeyeceği bir “oyun”un düşünde...
Şimdi neler görür uykusunda o çocuklar?
Neler düşer uykusuzluklarının uçurumuna?
O çocuklar, bizim çocuklarımız.
Şimdi ölümün menzilinde duran çocuklar...
Ama hayatlarının mumu sönmeyen, sevinçleri ve sevgilerinin kandili gece ve gündüz, suda ve ateşte, havada ve toprakta durmadan yanan çocuklar...
Gölde kamış, gökyüzünde bulut, dağ başında sis onlarla büyüyor, onların saflığıyla...
Onların saflığı dünyanın direği...
Çünkü hayat onlarla güzel...
Güzelim çocuklar...
Çünkü hayat onlar...

***

Adapazarı depreminin haftası dolmuştu. Yukarıdaki yazıyı 24 Ağustos 1999 Salı günü daha önce çalıştığım gazetede yazmıştım. Bu yazı daha sonra, başka deprem yazılarını da içeren Rüzgârla Randevu başlıklı kitabımda da yer almıştı.
O büyük depremin ardından 15 yıl geçti.
Peki, ne değişti 15 yılda?
Çocuklar, bizim çocuklarımız bugün de Somada, Roboskide, Gazzede öldürülen; merdiven altı işliklerde, oto tamirhanelerinde üç kuruşa sigortasız çalıştırılan, Romanlar gibi mahallelerinden kent dışına sürgün edilen; kimi Ezidi, kimi Filistinli, Türkmen, Suriyeli, Sudanlı çocuklar yetim ve öksüz değiller mi?
Hani kentsel dönüşümde öncelik deprem riskli yapılarda olacaktı?
Harcına çocukların kanı karışan her yapı (yapıdan kastım, bina dışında yaşamı kuşatan her türlü olgu ve oluşumlar) yıkılmaya mahkûmdur.

MİLAT

Depremin miladı 17 Ağustostan beri
değişen bir şey yok hayatta
acının acıya kardeş olmasından
ve sevincin anayurdunu
terk etmesinden başka...

21 AĞUSTOS 2014, BİRGÜN


Hiç yorum yok: