Halkın gözüne baka baka açıkça yalan söylüyorlar. Halk da bu yalanlara
tepki göstermeyecek biçimde alıştırılmış bulunuyor. Bu “yalama olmak” demektir.
Türkiye için asıl tehlikeli durum budur.
Yaklaşan seçimler, siyasi ahlakın büsbütün iflas ettiğinin
göstergesidir. Bizde her zaman politika temiz insanların giremeyeceği kadar
kirli bir ortamdı. Ama hiçbir zaman politika bugünkü kadar saygınlığını
yitirmedi.
Bütün partiler 12 Eylül’e karşı olduklarını ya açıkça söylüyor ya da
belli ediyorlarsa da 12 Eylül’ün getirdiği antidemokratik zorbalıklardan
yararlanmanın da yollarını arıyorlar. Örneğin sandığa gitmemek yurttaşın
demokratik hakkı iken 12 Eylül’ün getirdiği yasağa uyarak buna karşı
gelmiyorlar. Yurttaşın seçimi ve partileri protesto etmek hakkı vardır ve bu
hakkını oy sandığına gitmemekle gösterir.
Partiler şarkıcıları, sinema artistlerini, arabeskçileri, onların
popülaritesinden yararlanmak için aday gösterme yarışına girdiler. Bu insanların
“Taş yerinde ağırdır” denildiği gibi elbet kendi ağırlıkları vardır. Ancak
bunların yasa koyucu olmaları ve örneğin yasa koymakta bir hukuk profesörü ya
da bir aydınla eş değerde bulunmaları, öyle bir parlamentodan hangi düzeyde
yasaların çıkacağını gösterir.
Seçimlerde bir politika rezaleti de yabancı reklamcıların
kullanılmasıdır. Türkü Türk’e Türk olmayan birileri tanıtacaktır. Bu, apaçık
bir siyasi maskaralıktır. Seçimi diş macunu, after shaw, kâğıt peçete ve
kadınların regl bezi reklamlarından ayırt etmemek demektir. Bu reklamcılar
kendi kültür ailelerinden olan başka halkların seçim reklamını yapabilirler.
Türkiye’de seçim reklamı yapmaları düpedüz kötü malı iyi diye halka
yutturmaları demektir.
Başta anayasa olmak üzere antidemokratik yasaların değiştirilmesini
mi? Yoksa kendi öz çıkarlarına uymak koşuluyla kimi yasaları değiştirir gibi
görünmeleri mi?
Bütün bu saydıklarımdan çok daha kötüsü şudur: Halkımız yıllardan ve
yıllardan beri bu kokuşmuşluğa, bu düzeysizliğe, bu arabesk politikaya
alıştırılmış olduğundan tepki göstermemektedir. Hatta pek çoğu aynı yollarla
başarı fırsatı aramaktadır.
Öyleyse bu durumda ne yapmamız gerekir? Hepimizin düşünmesi gereken
budur. Bir çözüm reçetesi gösteremiyorum.
***
Yukarıdaki sözler Aziz Nesin’e ait.
Aradan tam 22 yıl geçmiş...
1991 yılında yine bir seçim öncesi, o zamanlar çalıştığım “Cumhuriyet”
gazetesinde yazarlar ile bir dizi konuşma yapmış, Aziz Nesin ile yaptığım
konuşma da 28 Eylül 1991’de yayımlanmıştı.
Tarihin tekerrür etmesi mi demeli?
Bugün yaşadıklarımıza bakarsanız değişen nedir, söyler misiniz?
Bugün de “yeni” bir anayasa yapma olanağı bulunmuyor.
Bugün de”yalan”nın ucu Hz.Adem’e kadar dayandı.
Bugün de antidemokratik yasalar hâlâ yürürlükte...
Gerçekten, Aziz Nesin’in de dediği gibi, “bu durumda ne yapmamız
gerekir?”
21
KASIM 2013, BİRGÜN