Otuz yıllık yazarlığı süresinde
30'a yakın eser veren Orhan Kemal'in hikâye ve romanları özetle, şöyle bir
genel sınıflandırma içinde değerlendirebilir:
l - Biyografi romanları,
2 - Çukurova'da toprak ve
fabrika emekçilerinin dünyası,
3 - İstanbul'da küçük
adamların, iç göçmenlerin, kenar mahalle sakinlerinin ezik fakat onurlu hayatları.
İstanbul da
Çukurova gibi, Orhan Kemal'in yapıtlarında önemli bir yer tutar.
Özellikle 1957'den
sonra yazdığı hikâye ve romanlarda dış görünüş olarak Çukurova'ya karşı
İstanbul'un daha ağır bastığı görülmektedir.
Fakat temelde yine
anlatılan Çukurova ya da Anadolu insanıdır.
“İstanbul'dan
Çizgiler” kitabı bu bakımdan ayrı bir özgünlük taşıyor.
Orhan Kemal'in İstanbul'a
bakışı Halid Ziya, Abdülhak Şinasi Hisar, Ziya Osman Saba gibi yazarlardan
elbette farklıdır.
“Maî ve Siyah”taki Ahmet
Cemil'in gözünde İstanbul, “baktıkça kendisinden kaçıyor zannedilen bir
levha”dır.
Abdülhak Şinasi, yaşanmış ve
yitirilmiş bir eski dünyanın anıları içinde bulur İstanbul'u.
Çok belirli bir ortamı ve bir
azınlığın yaşayışını canlandıran Sait Faik bile, Orhan Kemal'in anlattığı
İstanbul portresine göre sınırlı bir çevreyi ele almıştır.
Orhan Kemal'in çizgileri asıl
Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim'in yansıttığı İstanbul'u hatırlatır.
Bu iki yazar yıkılmakta olan
imparatorluğun başkentine ait tabloları ve kişilikleri bütün gerçekliğiyle
yansıtmışlardır.
Orhan Kemal de İstanbul'u
artık değişmiş bir sosyal çevre olarak yeni sorunlarıyla ele alacaktır.
Fakat şu da var
ki, Orhan Kemal'in İstanbul'u anlatırken, konuyu örneğin Yahya Kemal ve Ahmet
Hamdi Tanpınar gibi tarihi ve kültürel bir derinlikte ele almadığı görülür.
Ahmet Hamdi'nin
peyzaj olarak gördüğü İstanbul'u o, birkaç kelimeyle, süssüz, basit, yalın
çizgilerle çizer, daha çok seçim sıkıntıları, parti çekişmeleri, aile
sorunları, günlük dertleri içinde yoksul insanıyla, göçmeni, işçisi, işsizi,
vurguncusu, terk edilmiş çocuğu, küçük memuru, zamparası, kahvecisi,
satıcısıyla bu karmakarışık kentin son yıllarına ait kalabalık insan kadrosunu
dile getirmeye çalışır.
Bunu bir röportaj havasının
dar sınırları içinde değil de, kendi aynı olayları yaşıyormuş, onlardan
biriymiş gibi yapar. Yer yer onların diliyle konuşur, kendi hayatıyla, onların
hayat deneyleri arasında paralellikler kurar:
“Birbirlerine sevinçle
baktılar. Demek ben de onlardandım?
— Sen de yoksa bizim oralı mısın?
— Siz nirden oluyonuz?
— Biz mi?
— Siz, heye.
Fakat
inanmıyorlardı. Nasıl olurdu? Kravatım, fötr şapkam, paltom vardı. Efendiydim
ben. Efendiydim ya, onlar gibi nasıl konuşabiliyordum. Ne işti bu?”
Kitabın son bölümünde kısa
hikâyeler yer almaktadır.
“Mantar Tabancası”nda bir
bayram günü yoksul bir çocuğun onurunu, “Serseri Mayınlar”da yüreksiz
zamparaları, “Eskici”de yoksullara duyduğu o insancıl sevgiyi, “Cep
Tiyatrosu”nda hayalperest aydınların durumunu, “İş Korkusu”nda evde çocukları
ekmek bekleyen bir lağımcının çalışmasındaki sevinci dile getirir.
Bu hikâyeler de yine
İstanbul'un bir kesitini tamamlarlar.
Bence Orhan Kemal bu
hikâyelerde bizde küçük hikâye türünün en güzel örneklerini de vermiştir.
&&&
Ahmet Ümit ile Işık Öğütçü’nün
editörlüğünde hazırlanan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları arasında çıkan
“Orhan Kemal” kitabına aynı başlıkla yazdığım yazının bir özetidir.
03 OCAK 2013, BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder