Zonguldak - Bastonunu dizlerinin arasına sıkıştırıp
iki elini göğsünde kavuşturuyor. Gözlerinin sürmesi gençlik günlerinin bir
armağanı...
Adı Recep Gökyer. Adatepe’nin eskilerinden. Köye bir
“yabancı”nın uğradığını duyunca yatağından kalkıp gelmiş.
Tek oğlu Mehmet Gökyer, Kozlu’da ocakta kalmış.
Adatepe bu kazada 19 “şehit” vermiş. Mehmet Gökyer de 11 arkadaşı ile ocakta
kalanlardan.
Recep Gökyer de oğlu gibi madenci. “Yaş kaç baba”
diyorum.
“Tevellüt 337” diyor, “71 yaşına mı geldim, var sen
hesap et.”
Recep Gökyer 1938’den, kendi deyişiyle 1976’nın ikinci
ayına kadar madende çalışmış. 1959 yılına kadar yeraltındaymış, bu tarihten
sonra da yerüstünde. Önceleri kazmacı, yerüstüne çıkınca nakliye işine
vermişler.
“Sizin zamanınızda da böyle kazalar olur muydu?”
“Böyle grizu olmazdı” deyip derinlere dalıyor. “Bir
tanesini hatırlıyorum, 17 işçi ölmüştü. Mühendislerde, başçavuşlarda bir gaz
lambası vardı, onunla ölçerlerdi grizuyu. Benzinle çalışırdı. Ocakta gaz
artarsa lambanın fitili alevlenmeye başlardı, mavi bir alevle...”
Oğlu Mehmet daimi işçiymiş. 1961 doğumluymuş. En büyüğü
10 yaşında beş torunuyla şimdi baş başa Recep Gökyer.
“Ben gerçi onun gününe ermem ya, torunum da madende
çalışacak” diye sürdürüyor sözlerini. “Cenabı Allah onun alnına yazdıysa o da
madenci olur.”
Recep Gökyer’i kahvede kendi başına bırakıp Adatepe’ye
cenazesi gelen Tahsin Karayanık’ın evine gidiyorum.
Kapının önünde karısı Hatice’nin “ah, ah” feryatları
geliyor.
Hatice, kapı önünde karşılıyor bizi. Çevresinde
çocukları İsmail, Hasan, Özen, Mustafa ve adını söylemediği iki kızı.
“Çocuklar” diyorum.
Daha sözümü bitirmeden yanıtlıyor:
“Çocuklarımı kesinlikle madene vermem. Okusunlar isterim,
ama okutmak kolay değil. Nasıl gücüm yetsin bunlara?”
Geldiğimiz yoldan dönüyoruz. Tepelerden aşağı indikçe
kar hız kesiyor. Köyden çıkmak üzereyiz ki sağımızda mezarlık beliriyor.
Mezarların üzerinde bir karış kar. Daha ötede belli belirsiz Eğerci’nin
kavakları...
Üç mezar yan yana. Başlarında birer tahta parçası.
Arabadan inip tükenmez kalemle tahtalara yazılanları okuyorum:
Tahsin Karayanık D: 1951, Ö: 1992.
Muhammet Karayanık D: 1960, Ö:1992.
Nevzat Karayanık D: 1952, Ö:1992.
Üçü de dün yeraltının “kara” karanlığından, bugün
yerüstünün “beyaz” aydınlığında. Üçü de oradaki gibi şimdi burada da yan
yana...
***
Bu yazı 21 yıl önce,
11 Mart 1992’de Cumhuriyet’te yayınlandı. O tarihlerde Kozlu’da meydana gelen
göçükte 263 işçi hayatını kaybetmişti. Son altı yılda maden kazalarında
ölenlerin sayısı ise 132.
Ve geçenlerde sekiz
madenci daha...
Yazıda adı geçenlerin
yerine yenilerini yazın, hiçbir şeyin değişmediğini göreceksiniz ve tabii
alınyazısının, bir de madende çalışmaya hükümlü olmanın...
Eğer 20 yıldır, 40
yıldır alınyazına mahkumsan, hiçbir şeyi değiştirmiyor, bunun için küçük bir
çaba harcamıyorsan, Nazım Hikmet’in dediği gibi, “Kabahat biraz da senin değil
mi?” canım kardeşim...
31 OCAK 2013, BİRGÜN