9 Haziran 2012 Cumartesi

KAVUĞUN KERAMETİ…


Raviyanı ahbar şöyle hikâyet eder ki, zamanın dehrinde İstanbul’da bir adam yaşar idi… Geçim sıkıntısına ne zaman derman bulunmuş… “Kredi kartı” şart değil ya, adamcağız da borç batağında boğulur olur… Bir kuruşunu dahi ödemesinin mümkünü yok.
Birileri adama akıl verir: “Eğer bir caminin top kandili altında kırk sabah namazı kılarsan borçlarından kurtulursun.”
Çaresizlik kör kuyuyu suyu eksilmeyen pınara çevirir.
Adam da tam otuz dokuz sabah mahalle camisinin top kandili altında namaza başlar…
Kırkıncı sabah aceleyle sokağa fırlar.
Ortalık daha alaca karanlık…
Koşa koşa camiye giderken bir adama çarpar.
Bu sırada başındaki kavuğu yere düşer, o telaş içinde yerde ne bulduysa başına geçirir.
Hemen camiye girer, sabah namazında saf tutar.
Namaz bitince tanrı ne verecek diye bir köşede oturup beklemeye alır bedenini…
Bundan sonra olanlar olacaktır.
Camide namaza gelen ne kadar tanrının kulu varsa ellerinde avuçlarında bulunan paraları adamın önüne bırakacaklardır.
Adam, neye uğradığını şaşırmıştır.
Sonunda caminin kayyum başı gelir.
“Kardeşim” der, “haydi paralarını al da git. Tanrıdan dileğin oldu, daha ne istiyorsun?”
Ve ardından ekler:
“Yalnız şu başının kabını değiştir. Başına Müslümanlara özgü olan bir sarık ya da kavuk geçir.”
Adam, önce bir şey anlamaz bu sözlerden…
Sonra elini başına atınca ne görsün?
Başında bir papaz serpuşu bulunmakta…
Meğer sabahın erinde yolda çarptığı adam bir papaz imiş…
Onun da serpuşu düşmüş, bizimki ise kendi kavuğu yerine onun serpuşunu geçirmiş başına…
Camide bulunan topluluk da bir papazın Müslüman olduğunu sanarak açmış kesenin ağzını…
Durumu kavrayan borçlu vatandaş ellerini açarak Tanrıya seslenir:
“Ey tanrım! Veriyorsun, veriyorsun ama, adamın başına da papazın serpuşunu geriyorsun!”
Bu öyküyü ben uydurmadım. Öykü, “İstanbul Ansiklopedisi Yayınları” arasında çıkan ve üstat Reşat Ekrem Koçu’nun “Geçen asrı aydınlatan kıymetli vesikalardan bir eser” olarak tanımladığı “Aşçıdede Halil İbrahim”in “Hatıralar” yapıtından…
Haklısınız, diyeceksiniz ki bu öykünün günümüzle ne ilgisi var?
Elbette THY grevi, kürtaj tartışmaları, öğrenci eylemleri, HES protestoları, içeride kelepçeli, dışarıda tasmalı gazeteciler, derin devlet yüzey siyaset, Kürt sorunu, hele hele “muhazakâr sanat” ile hiçbir ilgisi, ilintisi yok…
Adamın derdi anlaşıldı, kerameti kavuğunda imiş…
Ama düşünüyorum, düşünüyorum da bizim başımıza bu kavuğu kim geçirdi?

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Başbakan, ülkede nereye gitse en az 100-200 proje ve tesisin açılışını yapıyor. Geçen hafta gittiği Diyarbakır’da da 256 proje ile 39 tesisin açılışında bulundu. Muhalif medya, konumu gereği AKP’nin iyi, güzel, doğru icraatlarını yazmaz diyelim, peki “yandaş” ve “candaş” medyada bu proje ve tesislerin adlarını bilen var mı? Mesela en son, Diyarbakır’da yapılan tesislerin ne olduğu, nerede olduğu meraka değmez mi? 
*Mimarlık alanına ve kente ilişkin birikimlerin mimarlık ortamı ve kentlilerle paylaşılması ve mimarlık kültürünün yaygınlaşması amacıyla yıllardır çeşitli yayınlar yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi, 8 - 9 haziranda bir “Mimarlık Yayınları Fuarı” düzenliyor. Kızılay Konur Sokakta açılacak fuarda Şube tarafından yürütülen projelerin somut ürünleri yanı sıra kent kitapları gibi farklı içerikte birçok yayın da bulunmakta...

ECEL

Kimse bilmesin benden başka
nerede nasıl niye öldüğümü

Ecel, hiç arkadaşım olmadı çünkü

07 HAZİRAN 2012, BİRGÜN

Hiç yorum yok: