26 Haziran 2012 Salı

ANILAR DA SATIŞA SUNULDU


Valentino Vahit, Kuleli Lisesi’nde öğrencidir. Belkıs Safer ise Kandilli’nin en güzel kızı. Görür görmez birbirleri­ni severler. Vahit, Kuleli Lisesi’nden kaçıp Sevda Tepesi’nin yamacında her gün Belkıs’la buluşur. Asırlık çınar ağacının altında oturup aşklarını, sevdalarını anlatırlar Boğaz’ın mavi rüzgârına, çiçeklerin kokuları­na, kuşların kanat çırpışlarına.
Sözü uzatmaya gelmez. Belkıs’ın ailesi olayı duyar ve Vahit’e kızı “verimkâr” değillerdir artık…
Mecnun olup çöllere düşme, Ferhat olup dağları delme zamanı mıdır?
Ölüm ruhsat almıştır çünkü.
Yine çınarın altında buluştukları bir yaz günü, Belkıs birden Valentino Vahit’in belinden meçini çektiği gibi yü­rek damarına basacaktır.
Vay ki ne vay...
Can kuşu hemen orada havalanıvermiştir Belkıs’ın.
Sevdaya pusu kuranların canı cehenneme… Aşkın filizini tam yeşerecekken bıçak altına yatıran­ların canı cehenneme… Genç hayatlarına karanlığın kör kuyusunu mekân edenlerin canı cehenneme mi desin Valentino?
O da usulca çeker sevdiğinin kalbinden meçini ve aynı metanetle dayar yürek damarına. Sonra da sarar ka­nı kesilmiş kollarıyla sevgilisinin soğumuş bedenini...
Ne zaman bulurlar cesetlerini? Cenazeleri nasıl kaldırılır?
Bilinen şimdi, çamlar altındaki mezarlarıdır. Ve mezar taşlarındaki şu dört sözcük: “2 Temmuz 193l’de öldüler.”
Özetlemeye çalıştığım bu öyküyü 21 Nisan 1985’te Cumhuriyet’in pazar eki “Siyaset’85”de yazmıştım.
***
Bugün Sevda Tepesi denilen Kandilli’deki bu dağ yavrusu, iki zirveden meydana geliyor. Ta­mamı 57 dönüm...
Tepe yüz yıldır burayı mekân tutan Dirvana ailesinindi.
Yabancılara toprak satışının ilk örneğini oluşturan tepe, Bakanlar Kurulu kararı ve özel çıkartılan yasayla 1984’te o zaman “veliaht prens” olan Suudi Arabistan Kralı Abdullah’a satıldı.
Ve zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın desteğiyle sit alanı olan bölgeye da saray yapabilmesi için “Boğaziçi İmar Yasası”nda değişiklik yoluna gidildi.
Geçenlerde de “yeşil alan” olarak satın alınan ve 30 yıldır imar izni bekleyen araziye imar izni çıktı.
“Muhafaza” sözcüğü, Arapça “hıfz”dan gelen bir isim ve sözlüklerde iki anlamı bulunmakta:
1.Koruma, saklama, kayırma. 2.Bırakmama, değiştirmeme.
“Muhafazakâr” ise değişiklik istemeyen. Olageleni bırakmama taraflısı.
Dün de, bugün de iktidara sahip olanlara bakar mısınız?
Durmadan “muhafazakâr” bir yaşamın erdemlerinden söz ediyorlar. Sanat, bilim, yaşam olarak hayatı biçimlendiren ne varsa “muhafazakâr”lığın cenderesine sıkıştırmak istiyorlar.
Oysa “muhafaza” hiç mi hiç umurlarında değil.
Amaçları yalnızca “kâr” ile ilgilenmek.
Ülkede satılmadık hiçbir şey bırakmadılar, şimdi de sıra anılara geldi.
Anıları da sattıktan sonra neyi “muhafaza” edecekler acaba?

ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*2005’te bir araya gelen MSGSÜ’nün seksenli yıllar mezunlarından oluşan İDGSA 80 Grubu ve Derneği, “Anılarını Peşlerinden Sürükleyenlere’’ başlıklı 27. sergisi ile Bergama Kermesi’nde yer alacak.  Zorunlu göç konusunu irdeleyen sergi 25 Haziran - 1 Temmuz 2012 tarihleri arasında tarihi Bedesten binasında görülebilecek.
*Studio Rodeo’nun 2012 yıllığı için İstanbul’a çalışma ziyaretinde bulunan Charles Vess’in ilgili yapıtından büyük boyutlu röprodüksiyonlar, ÇEKÜL Evi sergi salonunda izlenebilecek. Studio Rodeo’nun “Çiztanbul” projesi kapsamında geçen yılın Mayıs ayında İstanbul’da bulunan Vess, İstanbul’u İstanbul yapan değerleri yerinde bizzat incelemişti. 20 Temmuza kadar gezilebilecek sergi, kitapta yer alan röprodüksiyonların yanı sıra, birçok fotoğrafı da içeriyor.

EYVAH

Ay üşüdü, şavkı düşünce
mahpushane avlusuna
feryada akan kan
kara karanlığa dayandı

Ulaşmak’çün şavkına ayın
Koğuşlarda yine düştü
her mahkûma bir yangın

Eyvah ki, ne eyvah
ay üşüdü, ölüm yandı

21 HAZİRAN 2012, BİRGÜN

Hiç yorum yok: