Cemal Süreya, “Yazarın Devletle İlişkisi”ni kaleme
aldığı yazısında şu saptamalarda bulunur (Papirüs dergisi, sayı: 37):
1940’dan
sonra devlet yazardan uzaklaşırken
yazar da devlet yöneticilerinden uzak durmaya çalışmıştır.
Cumhuriyet’in 1923-1940 yılları arasındaki ilk döneminde devletle devletin devrimci
niteliğini olduğu kadarıyla üstlenen yazar, karşılıklı bir güven ve ilişki
içinde bulunmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar ün
yapmış yazarlar büyük burjuvaziden, varlıklı ailelerden gelirken 1950’den sonra
beliren yazar ise işçi, köylü ya da küçük burjuva çocuğudur.
Tiyatro da yazarı, oyuncusu, sahne önü ve arkası
çalışanı ile elbet bu konumun dışında değildir.
Yazarları kovuşturmaya uğramış, turneleri
yasaklanmış, sansür karabasanı onların da yaşamlarını kanatlarını altında
tutmaya çalışmıştır.
Birçok
tiyatrocunun anıları böylesi kara-mizah örülü anılarla bezenmiştir ki, tiyatro
tarihi açısından günümüze ışık tutmaktadırlar.
“İstanbul
Tiyatrosu”nun neredeyse bütün oyunlarını yazan Yusuf Sururi, Atatürk’ün de
seyrettiği “Emir” operetinin de yazarıdır. Opereti çok beğenen Mustafa Kemal,
Anadolu’da oynanması için emir de vermiştir.
Tiyatro,
Malatya’ya gider. Tıklım tıklım dolu salon, ilk bölümden sonra alkışlarla
inlemektedir.
Kısa
bir aradan sonra bir barda geçen ikinci bölüm başlar.
Ama
perde açılır açılmaz bir başkomiser sahneye fırlayacaktır:
“Tamam,
artık oyun devam edemez! Herkes evine!”
Nedeni
sorulunca şöyle yanıtlayacaktır:
“Malatya’da
bar açmak yasaktır!”
Bir
polis öyküsü de Müşfik Kenter’in başından geçer.
Kenterler,
Necati Cumalı’nın “Nalınlar” oyununu oynamaktadırlar.
Bergama’da
turneye giderler.
Müşfik
Kenter, rol gereği sahnedekilere ayna tutup kaçmaktadır. Yine aynayı tutar, tam
kaçmak isterken bir polis yakasına yapışır:
“Ne
arıyorsun burada?”
“Tiyatrodanım
ben, oyuncuyum.”
Polis,
dinlememekte, Müşfik Kenter’i karakola götürmek istemektedir.
“Oyuncuysan,
sahnede olacaksın” der, “ne işin var burada?”
Müşfik
Kenter, araya seyircilerin girmesiyle “Zehir Hafiye”den kurtulacaktır.
Müjdat
Gezen de Ulvi Uraz Tiyatrosu ile Adana’da Refik Erduran’ın “Kartal Tekmesi”nde
oynamaktadır.
Oyunun
ortalarında, seyircilerin arasında bir trafik polisi belirir. Elinde bir buket
çiçekle sahnenin önüne gelir.
Oyun
bir ara durur. Polis, buketi Ulvi Uraz’a uzattıktan sonra şöyle diyecektir:
“Sayın
emniyet amirim görevde olduğu için gelemedi ve bu çiçekleri gönderdi.”
Gerçekten
de güler misiniz, ağlar mısınız?
Devlet,
geçmiş dönemlerde sanattan, sanatçıdan uzak duruyordu. Kimi tiyatroları
yasaklasa bile nadiren olsa da çiçek gönderdiği oluyordu. Ama hiçbir zaman
tiyatroları “toptan” kapatmaya yeltenmemişti.
“İleri
demokrasi”de bunu da gördük işte…
ŞAİRİN NOT DEFTERİ
*Sanatçılar sadece sanatçı olduklarından cezaevine atılmış,
işkence görmüş, sürgün edilmiş bu ülkede. Nedir bu aydın düşmanlığı anlamak mümkün
değil. Milliyetçi-muhafazakâr görüşlerin hepsinde bu var. ‘Bizden değilsen,
beni alkışlamıyorsan’ çek git diyor. Seni engellerim, yasaklarım diyor. Hâlâ
insanların üzerine korku saldıkları için her şey otosansürlü bir şekilde ortaya
çıkıyor. Onun için her alanda faşizan bir baskı var. (Uçan Süpürge Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nü
alan Füsun Demirel’in konuşmasından…)
*Bursa’da
yayınlanan aylık şiir ve eleştiri dergisi “Akapalta”nın mayıs, 149. sayısında
kırktan fazla şairin şiir ve yazıları bulunmakta… Dergi, şair ve yazarların
bağışladıkları telifler ve sürekli katkılarıyla yayınlanmakta…
MEÇHUL
Hasretine
bağışladım ömrümü
gurbetine
geldim, sılana
iki kaşının
arasında uyumaya
sana özge ne
varsa, bana hicran
bana, seni
görmek ne meçhul
ömrümü yakmaya
sana geldim
Ömrümün nişanesi
sana geldim
24 MAYIS 2012,
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder