Cemal Süreya ve Attila Tokatlı.
Bugün ikisi de aramızda değil. 18 Şubat 1988’de Tokatlı’nın vedasından iki
yıl sonra da Süreya hayata elvedasını çekti.
Tokatlı’nın ardından şöyle
yazacaktı Cemal Süreya:
“1960’tan sonraki yayın
patlaması ve düşünce fışkırması olayının ortasında yerini aldı. Sadece
çevirmedi, tarihin, dünyanın, düşüncenin, tutkuların ve güzelliğin ülkemizdeki
eşdeğerlerini, karşılıklarını aradı. Bu bakımdan, ileride büyük kazıbilimciler
arasında da anılacak Attila Tokatlı adı. İki Silahşorlar’dan biri o. Öbürü
Selahattin Hilav.” (İkibine Doğru dergisi, 14-20 Şubat 1988)
Adı kazıbilimciler arasında
anılacak, ama Tokatlı’nın değerini bilebildik mi?
Bugün hiçbir ansiklopedide,
sözlükte ne adı var, ne de bu ülkede yaşadığına, yaptıklarına dair bir ipucu...
Yalnızca değerbilir Atilla
Dorsay ile Turhan Gürkan’ın hazırlayıp yıllar önce “Gösteri” dergisinin ek
olarak verdiği “Sinema Ansiklopedisi”ndeki üç-beş satır dışında... Aynen
aktarıyorum:
“ATTİLA TOKATLI (1932 -1988)
Yazar, çevirmen, yönetmen. Denizlili sanatçı, Fransa’da İDHEC’te sinema okudu.
1960’daki ilginç sinema denememiz “Denize İnen Sokak”ı yazdı, yönetti. 60’larda
“Gel Barışalım”ı yönetti, Atıf Yılmaz’ın ilginç filmi “Kalbe Vuran Düşman”ın
senaryosunu yazdı vs. Sonradan çevirmen ve ansiklopedist
olarak çalıştı.”
Tokatlı, bütün bunların yanında
zarif bir kişiliğe da sahipti.
Her zaman elinde çiçekler, çantasında “Altınbaş” rakısıyla dolaştı. Ama
ne dudağına sigara kondurdu, ne kumara el sürdü.
O günler “Altınbaş”ın ender
bulunduğu günler. Hangi meyhaneye girse, önce sorardı: “Altınbaş’ınız var mı?”
Yoksa o sayısız çevirileri ile
kitaplarını da zula ettiği çantasını açar, süt kıvamında sulandırdığı “hazır”
Altınbaş’ını çıkarır ve sorusunun yanıtını yine kendisi verirdi:
“Her zaman tedbirli olmak lazım
azizim...”
Rakısı kendisi içindi, ama
çiçekleri hanımlara “zarifane” bir armağanı. Her kadın onun için zarifti, çünkü
kendisi bir zarafet numunesiydi. Özellikle “sedef” çiçeklerinin her bir
yaprağını tek tek yolarak çevresindeki kadınlara ikram ederdi, hem de akla
hayale gelmeyen iltifatlarla:
“Ah, ne kadar güzelsiniz
hanfendi... Sizi bu çiçeklerin tazeliğinde ayak başparmağınızdan saçınızın en
ince teline kadar öpücüklere boğmak isterdim.”
(Bir çiçek dağıtıcısı
da Galatasaray futbol takımının unutulmaz amigosu Karıncaezmez Şevki idi. Her
akşamüzeri aynı meyhaneye gelir, içkisini söylemeden önce elindeki bir
papatyanın yapraklarını meyhanedekilere dağıtırdı,)
Tokatlı’nın kimler yoktu çevirdikleri
arasında?
Başta Ehrenburg,
Ostrovski, Gorki, Aragon, Elsa Triolet olmak üzere yüzü aşkın kitap...
Triolet’den çevirdiği ve “Türkçesi
Fransızcasından daha güzel” dediği “Beyaz At” romanıyla 1971’de Türk Dil Kurumu
Çeviri Ödülü’nü kazanmıştı.
Ve başta “Devrimcinin Ölümü”
romanı olmak üzere kendi kaleminden on kadar kitap...
Yayınını sürdüremediği “Entelektüel”
dergisinin adı bile hayatının bir özeti gibi değil mi?
Cemal Süreya “Bir serüven
adamıydı” diyor, “Yedeksubay öğretmenliğini takma adla yaptığı da rivayet
edilir. Aldığını vermez derler onun için, ama verdiğini hiçbir zaman geri almamıştır.
Aldıklarını ve verdiklerini yan yana getirirsek, alacaklı çıkar.”
Bu yüzden mi “Denize İnen Sokak”
filmi yıllardır kayıp?
Kardeşi sinemacı
Erdoğan Tokatlı’nın (Ona da sevgiler, saygılar; rahmet olsun.. Yönetmen olarak
benim “Çaylar Şirketten” şiiri kitabımı filme almıştı.) yıllardır aramasına
rağmen bir kopyası dahi yok.
Bu yüzden mi daha sonra başına
gelecekleri bilirmiş gibi “Dünyaya yalnız geliriz, yalnız gideriz, hiç kimse eşlik
etmez bize” demişti.
Bu yüzden mi bir “yeryüzü
alacaklısı” olarak kendisiyle ilgili her bir şeyi alıp da gitti?
Çünkü bu dünyada otuz bin sayfalık
çalışmasına karşılık tüvit bir ceketten, siyah bir boyun atkısından başka
malı yoktu.
20 EKİM 2016, BirGün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder