Gazeteci, yazar Hıfzı Topuz, “Elveda Afrika Hoşça Kal Paris” kitabında ressam Avni Arbaş’tan dinlediği bir
anıyı aktarır (Remzi Kitabevi):
Uzun yıllar Paris’te yaşayan ressam Avni Arbaş’ın yolu bir ara
Ankara’ya düşer.
Bir lokantada yemek yerken Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile
karşılaşır.
Yenilir içilir, bu arada Oktay Rifat, “Radyoevi’ne gidelim” diye
tutturur.
Arbaş, katılmak istemez, ama Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in
ısrarları karşısında, çaresiz o da gitmeye karar verir.
Hep birlikte Radyoevi’ne giderler ve kapıdaki nöbetçi jandarmaya
müdürü görmek istediklerini söylerler.
O sırada nöbetçi olan bir yönetici bunları kabul eder.
Oktay Rifat, “Biraz sonra bizim dostumuz Nurullah Ataç konuşacak”
der, “biz de kendisini dinlemeye geldik.”
Yönetici, “Maalesef stüdyoya girmek yasaktır, hiç kimseyi alamayız”
diye yanıt verir.
Oktay Rifat, fena sinirlenir bu sözlere.
Daha sonra yönetici “İmkânı yok kardeşim. Kesin emir var, yayın
sırasında stüdyoya kimse giremez” deyince, Oktay Rifat’ın sinirleri iyice
gerilir:
“Ya, öyle mi? Sen kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba?”
Böyle der demez de bir yumruk patlatır yöneticinin suratına…
Yönetici de bir yumrukla karşılık verir Oktay Rifat’a…
Fakat Oktay Rifat, yana kaçınca yöneticinin yumruğu Melih Cevdet’in
suratında patlayacaktır.
Ardından da kıyamet kopar.
Jandarmalar koşuşur, yönetici bunlardan şikâyetçi olur, Melih
Cevdet de yöneticiden...
Hep birlikte karakola gidilir.
Başkomiser anlayışlı biridir, tarafları barıştırmaya çalışır.
Tam Oktay Rifat ile yönetici barışacaklar, Melih Cevdet “Olmaz”
diye itiraz eder, “ben davacıyım, kovuşturma açılmasını istiyorum.”
Tartışma yeniden başlar, ama sonunda komiser güç bela hepsini
barıştırır.
Komiser tarafları barıştıracaktır, fakat daha sonra Melih Cevdet Anday
mahkemeye çıkacak ve bir ay hapis ile 30 lira para cezasına çarptırılacaktır.
Ancak sabıkası olmadığı için de cezası tecil edilecektir.
Bir Melih Cevdet
Anday anısı daha…
Anday, Krepen pasajında “Kadir”in meyhanesinde içmektedir.
Bir gün, yanındaki iki kişilik masaya “taşralı” olduğu her halinden
biri kurulur.
Adam, rakısını söyler, neredeyse meyhanedeki bütün mezelerle
masasını donatır.
Rakı içişi de tuhaftır: Mesela, ağzını meze ile doldurduktan sonra
rakısını yudumlamaktadır.
Bu durumu 10-15 dakika seyreden Melih Cevdet, aniden patlar:
“Sen bu rakıyı kendi iraden ile mi içiyorsun, yoksa devlet zoruyla
mı? Kalk, defol masadan…”
Melih Cevdet Anday, “Alışkanlık Üstüne” başlıklı denemesinde Mustafa
Kemal’in içki içişini anlatırken de “Atatürk de, karaciğeri bozulunca, ister
istemez kesmişti içkiyi” der ve bir anısını anlatır. (Cumhuriyet, 30 Ağustos
1994)
Anday ve birkaç arkadaşı, bir akşam “sevgili dostu” seramikçi
Füreya’nın evinde demlenmektedirler.
Bu arada söz Atatürk’ten açılır.
Anday, “Atatürk, rakısını leblebi ile içermiş!” diyecek olur.
Anday’a göre herkesin bildiği bir şeydir bu…
Bir zamanlar Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’nin eşi
olduğu için Mustafa Kemal’in sofrasında bulunan Füreya, Anday’ın sözünü keser,
biraz da kızgınlıkla, “Nereden biliyorsun?” der, “Atatürk yemek yiyerek içerdi
içkisini…”
Anday, hemen gerekçesini açıklayacaktır:
“Bize inkılap tarihinde böyle öğrettiler!”
27 EKİM 2016, BirGün